15 Mayıs tarihi geleneksel olarak “Dünya Çiftçiler Günü” olarak kutlanıyor. Dün de bu çerçevede bir dizi etkinlik yapıldı. “Üretmek” yedi harften oluşan bir kelime… Doğrusunu isterseniz sadece bir kelime değil, aslında ürütmek yaşamın ta kendisi demektir. Biz üretici dediğimizde ise aklımıza sebze-meyve üreticileri ve çiftçiler gelir. Çünkü sebze ve meyve üretimi ile çiftçilik hayatın, yeryüzündeki yaşamın temelidir.

Bir önceki yazımda ürüten bir ülkeden tüketemeyen bir ülkeye yazısını kaleme almış ve bir zamanlar Türkiye’nin kendi kendine yetebilen dünyada 7 ülkeden biri olduğunu ifade etmiş ve şöyle demiştim; “Tarım ve hayvancılığı yakından bilen ve takip etmeye çalışan birisi olarak çiftçinin ne kadar zor şartlarda ürettiğini biliyorum. Tarım ve hayvancılık çok zahmetli bir iş. Üretirken çocuk büyütmek gibi çok hassas olması gereken üreticinin ne gecesi ne gündüzü var. Ben görüyorum, tarımdaki pek çok insanın romatizma kaynaklı rahatsızlıklar sebebiyle parmakları büzüşmüş, ayak parmakları, dizleri bükülen insanların emekleri hiçbir şeye değişilmez. Tarlasını eken, gübreleyen, sulayan ve sonra hasadını yapan insanların tatilleri tarlada, dinlenme vakitleri ahırda geçen insanların en büyük moral kaynakları ürettikleriyle övünmekten başka bir şey değil.

Şimdi 86 milyonluk bir ülkede sofralarımıza etini, sütünü, sebze ve meyvesini, ekmeğini gönderen köylünün, çiftçinin ve hayvancılıkla uğraşan insanların emeklerini görmezden gelmek gerçekten büyük haksızlık olur… Çünkü kendi kendini beslemekten aciz ve uzak bir ülkenin insanları başkalarının eline bakmaya mahkum hale gelirse işte orada büyük sıkıntılar başlar.”

Türkiye içine düştüğü ekonomik bunalımdan çıkış için çareler arıyor. Bu çerçevede hükümetin “tasarruf tedbirleri” adı altında bir dizi kararın altına altığını biliyoruz. Alınan önlemlerin 100 milyar TL civarında bir tasarrufa sebep olabileceği konuşuluyor. Alınan önlemlerin bir dizi eleştirilecek yönü olduğunu da biliyoruz. Bu eleştirilerden ayrı olarak eğer özellikle vatandaşın boğuştuğu gıda enflasyonunun önüne geçmek için gıda ürünlerinin üretiminin arttırılması gerektiğini söylesek kabul görürü mü?

Bu konuda zaman zaman haberlerden gördüğüm kadarı ile tarım ve hayvancılık konusunda cidden ihtisas sahibi olduğuna inandığım CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer 15 Mayıs Dünya Çiftçiler Günü dolayısıyla yaptığı açıklamada üretimdeki engellerin ortadan kaldırılabilmesi için bir dizi öneride bulunuyor. Gürer, üretimin arttırılabilmesi için yapılması gerekenleri şöyle sıralıyor: “ Mazottan ÖTV ve KDV’nin kaldırılması, Kırsala dönen kadınların sosyal güvenlik priminin devlet tarafından ödenmesi, Çiftçilerin 9 bin olan prim gününün 7 bin 200 güne çekilmesi, Çiftçi tohumunu, gübresini temin edebilecek kadar desteklenmeli, Çiftçinin zarar ve kayıplarının telafi edilmesi, Kooparatifçiliğe hızlıca dönülüp satış aşamasında çiftçi desteklenmeli, Çiftçi bir yıl önceden ne ekeceğine karar verirken taban fiyat açıklanmalı, Çiftçilerin kredi alımı kolaylaşmalı.”

Benim bunlara itirazım yok. Çünkü hem kırsalı yeniden canlandırmak, hem de üretimi arttırmak için bir dizi önlem alınmadığı sürece sadece tasarruf tedbirleri ile hayat pahalılığı ile mücadele etmek mümkün değildir. Üretim ayağının canlı tutulmadığı hiçbir önlemler manzumesi işe yaramaz. Ben ekonomist değilim ama aklımın erdiği kadarıyla mantığıma oturan uygulama böyle olmalı diye düşünüyorum. Özetle üretimin önü açılmadıkça her alınan önlem, yarınlarda kronik hastalıklarımızı yeniden hortlatacaktır.

15 Mayıs tarihi geleneksel olarak “Dünya Çiftçiler Günü” olarak kutlanıyor. Dün de bu çerçevede bir dizi etkinlik yapıldı. “Üretmek” yedi harften oluşan bir kelime… Doğrusunu isterseniz sadece bir kelime değil, aslında ürütmek yaşamın ta kendisi demektir. Biz üretici dediğimizde ise aklımıza sebze-meyve üreticileri ve çiftçiler gelir. Çünkü sebze ve meyve üretimi ile çiftçilik hayatın, yeryüzündeki yaşamın temelidir.

Bir önceki yazımda ürüten bir ülkeden tüketemeyen bir ülkeye yazısını kaleme almış ve bir zamanlar Türkiye’nin kendi kendine yetebilen dünyada 7 ülkeden biri olduğunu ifade etmiş ve şöyle demiştim; “Tarım ve hayvancılığı yakından bilen ve takip etmeye çalışan birisi olarak çiftçinin ne kadar zor şartlarda ürettiğini biliyorum. Tarım ve hayvancılık çok zahmetli bir iş. Üretirken çocuk büyütmek gibi çok hassas olması gereken üreticinin ne gecesi ne gündüzü var. Ben görüyorum, tarımdaki pek çok insanın romatizma kaynaklı rahatsızlıklar sebebiyle parmakları büzüşmüş, ayak parmakları, dizleri bükülen insanların emekleri hiçbir şeye değişilmez. Tarlasını eken, gübreleyen, sulayan ve sonra hasadını yapan insanların tatilleri tarlada, dinlenme vakitleri ahırda geçen insanların en büyük moral kaynakları ürettikleriyle övünmekten başka bir şey değil.

Şimdi 86 milyonluk bir ülkede sofralarımıza etini, sütünü, sebze ve meyvesini, ekmeğini gönderen köylünün, çiftçinin ve hayvancılıkla uğraşan insanların emeklerini görmezden gelmek gerçekten büyük haksızlık olur… Çünkü kendi kendini beslemekten aciz ve uzak bir ülkenin insanları başkalarının eline bakmaya mahkum hale gelirse işte orada büyük sıkıntılar başlar.”

Türkiye içine düştüğü ekonomik bunalımdan çıkış için çareler arıyor. Bu çerçevede hükümetin “tasarruf tedbirleri” adı altında bir dizi kararın altına altığını biliyoruz. Alınan önlemlerin 100 milyar TL civarında bir tasarrufa sebep olabileceği konuşuluyor. Alınan önlemlerin bir dizi eleştirilecek yönü olduğunu da biliyoruz. Bu eleştirilerden ayrı olarak eğer özellikle vatandaşın boğuştuğu gıda enflasyonunun önüne geçmek için gıda ürünlerinin üretiminin arttırılması gerektiğini söylesek kabul görürü mü?

Bu konuda zaman zaman haberlerden gördüğüm kadarı ile tarım ve hayvancılık konusunda cidden ihtisas sahibi olduğuna inandığım CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer 15 Mayıs Dünya Çiftçiler Günü dolayısıyla yaptığı açıklamada üretimdeki engellerin ortadan kaldırılabilmesi için bir dizi öneride bulunuyor. Gürer, üretimin arttırılabilmesi için yapılması gerekenleri şöyle sıralıyor: “ Mazottan ÖTV ve KDV’nin kaldırılması, Kırsala dönen kadınların sosyal güvenlik priminin devlet tarafından ödenmesi, Çiftçilerin 9 bin olan prim gününün 7 bin 200 güne çekilmesi, Çiftçi tohumunu, gübresini temin edebilecek kadar desteklenmeli, Çiftçinin zarar ve kayıplarının telafi edilmesi, Kooparatifçiliğe hızlıca dönülüp satış aşamasında çiftçi desteklenmeli, Çiftçi bir yıl önceden ne ekeceğine karar verirken taban fiyat açıklanmalı, Çiftçilerin kredi alımı kolaylaşmalı.”

Benim bunlara itirazım yok. Çünkü hem kırsalı yeniden canlandırmak, hem de üretimi arttırmak için bir dizi önlem alınmadığı sürece sadece tasarruf tedbirleri ile hayat pahalılığı ile mücadele etmek mümkün değildir. Üretim ayağının canlı tutulmadığı hiçbir önlemler manzumesi işe yaramaz. Ben ekonomist değilim ama aklımın erdiği kadarıyla mantığıma oturan uygulama böyle olmalı diye düşünüyorum. Özetle üretimin önü açılmadıkça her alınan önlem, yarınlarda kronik hastalıklarımızı yeniden hortlatacaktır.