Yaklaşık 30 yıllık meslek hayatımda çevrecilik ve kentin geleceğine dair iki olay beni etkilemişti. Olaylardan biri bugünkü Kentpark ve Şeker fabrikasının korusuydu. Diğeri ise eski fabrikalar bölgesi olarak bilinen bugünkü Tepebaşı Belediyesinin çevresindeki yapılaşmaya karşı Eskişehirlinin karşı çıkışıydı.
Bir sabah Şeker Fabrikasının korosunda sabah koşusuna çıkanlar, korunun yarısının kireç ile çizilerek işaretlendiğini gördü. Hemen çevrecilere haber verildi. Devreye dönemin valisi girdi. Korudaki yüzlerce ağaç kesilmekten son anda kurtuldu. Bu arada bugünkü Kentpark’a yapılması düşünülen toplu konuttan da vazgeçildi. Çevreciler ve Eskişehir’deki sivil toplum kuruluşları koru ile ilgilenirken, bu kez 92 hektarlık bir alan olan eski fabrikalar bölgesinin imara açılması gündeme geldi.
Eskişehir’deki sivil toplum kuruluşları, Eskişehir’in planlanması ile ilgili sıkıntıların devam edeceğini düşünerek işte o zaman ‘Demokrasi Platformunu’ kurdular. Eski fabrikalar bölgesinin o dönemde imara açılması durduruldu. Ancak, 1999 yılından sonra gelenler o bölgeyi bugünkü hale getirdi. Beğenenler veya beğenmeyenler bugün kararlarını versinler.
Hatta geçenlerde bölgede yeni bir yere bir bina yapılmak istenmişti. Şehrin klanı bölgenin kendisine uzmanların yanlış anlatmaları nedeniyle geçmişte imara açıldığını söyledi. Bugün ise yanlış yapıldığını düşündüğünü söyledi. Bir anlamda satır arasında günah çıkardı. Ancak, atı alanın Üsküdar’ı geçmesinden sonra, günah çıkarmanın bir anlamı yok.
İki gün önce Mimarlar Odası Eskişehir Şube Başkanı Canan Oytan ile telefonda görüştüm. Espark’ın karşısındaki eski kiremit fabrikasındaki bacaların yıkımına başlandığını söyledi. Fabrikaya gittiğimde bacalar yıkılıyordu. Sonra yıkıma izin verenler ile görüştüm. Yıkıldıktan sonra aynısının yapılacağını söylediler. Yıkılan bir şeyin aynısı yapılır mı? Yapılırsa o aynısı olabilir mi? 30 yıllık süreçte son iki bacanın da yıkılması ile bölgenin yapılaşmasında son noktaya gelinmiş oldu. Eskisinin benzeri yapılacak. Yeşili bol olacak lafları, bölgenin 30 yıllık tarihini yakından bilenleri kandırmaya ya da ikna etmeye yetmez. Yapanların yanlış yaptıklarını söylemeleri de bir anlam taşımaz. Hem burada hem de Hamamyolu’nda yanlışı engelleyebilecekler, süreçler yaşanırken seslerini çıkarmadı. Hatta konularla kendilerinin bir ilgisi olmadığını söylediler.
Bacalar ve fabrika bir asırdır bizimle yaşıyordu. Yaşamaya da devam edecekti. İş bir restorasyona bakardı. Şimdi, herkes topu bir birine atıyor. Tarih bunların hepsini kötü yazacak farkında değiller. Bu tür yazılarda ben Eskişehir Ticaret Odası’nın Odunpazarında eski binada yaptığı restorasyonu örnek veriyorum. Bugün ticaret müzesi olarak hepimizin gururlandığı yeri Eskişehir Ticaret Odası restorasyonunu yaparken, çelik malzeme kullandı. Binanın özellikleri kaybolmadı. Yani, her şart altında restorasyon yapılır. Dünyada ve Türkiye’de örnekleri var. Önemli olan niyettir. Avrupa’nın her hangi bir ülkesinde mesela, Paris’te, Londra’da o kentin yüzyıllık geçmişini anlatan bir fabrika binasının yıkıldığına tanık oldunuz mu? O kentlerde böyle binalar, müze olarak gelecek uşaklara gösterilir, anlatılır. Geçmişini bilmeyen geleceğini nasıl kurar? En yetkili kişi çıkarak, “Rapor var. Bina çürük. Yıkılmalıdır” nasıl der.
Eskişehir’deki sivil toplum kuruluşlarının ‘Bir kentin çığlığı’ isimli kitabı yazalı, 30 yıl kadar oldu. Kitabın yeni baskılarının ve eklerinin yapılma zamanı geldi de, geçiyor. Yoksa kitap işini de tarihe mi bıraksak? Siyasi kaygılar ile herkes farklı konuşuyor. Yetkili kişilerin siyasi yelpazenin şurasında veya burasında olmaları fark etmiyor. Hep beraber topu taca atıyorlar. Böyle gelmiş böyle gider diyorlar.
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!