Biz hukuk fakültesi mezunlarının gündemi buydu: Arabuluculuk sınavı.
Bir hayli de kalabalıktık. 30 bin kişi kadar.
Sınava girenlerin hepsi hukuk fakültesi mezunuydu. Sınava katılabilmek temel eğitim almanın yanında, beş yıllık mesleki kıdem şartı da vardı.
Sınava yalnızca beş yıllık kıdemi olan avukatlar katılmadı. Her meslekten hukukçular sınava katıldı. İçlerinden öğretim üyeleri, yüksek yargıçlar da vardı.
Aynı fakülteden mezun fakat çok çeşitli mesleklere mensup bu denli yüksek sayıda hukukçunun katıldığı ilk sınavdı.
Öncesinde “arabulucu” unvanını almak için 70 barajı varken bu kez 70 barajını geçen ve ilk 5 bine girenler kabul edilecekti.
Sınav sonrasında sınava hazırlık dönemi ve sınav uygulaması çokça tartışıldı.
Örneğin bir hukuk profesörü için istisna getirilmemiş olması ve sınava tabi tutulması tartışıldı.
Yüksek yargı mensupları da istisna değildi. Sınava girdiler. Bir tarafta doktrini, emsal kararları inşa edenlerin neden sınava tabi tutuldukları tartışılırken. Bir tarafta da bu konuda aldıkları eğitimler ve bir yüksek mahkeme yargıcının neden “arabuluculuk” unvanı için talipli olduğu tartışıldı.
Sınav soruları ve sınav içeriği de ayrıca bir tartışma konusu idi. Sınava yoğun bir şekilde hazırlananlar sınavdaki soruların çok büyük çoğunluğunu “kolay” buldu.
Belirleyici olacağı tahmin edilen birkaç soruya ilişkin ise önerilen kaynaklarda açıklama bulunmamaktaydı. Kaçınmacı-çekişmeci mi? Yoksa yumuşatma-hükmetme mi? Sosyal doku bozulması mı, toplumsal kutuplaşma mı? Günlerdir bunu tartışıyor, farklı kaynaklardan ve farklı düşünürlerden örnekler arıyoruz. Çatışma kavramının içinde bir yerlerde gömüldük. Harıl harıl “nevrotik” nedir araştırıyoruz. Cevabı farklı kaynaklara ve farklı düşünürlere göre farklı olan tartışmalı soruların sorulmuş olmasına tepki duyuldu.
Sınavın uygulama şekli sınava girenlerin gündemi yalnızca onları ilgilendiriyor.
Ve fakat ama…
Hukukçuların haksız olduğunu düşündükleri bir tutuma verdikleri tepki…
İşte o hepimizi ilgilendiriyor.
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!