Çok çok eskiden, posta kutumuza bırakılmış mektuplar bulurduk. İçeriğinde örnekler vererek başlar, sonucunda da bu mektubu çoğaltıp kırk kişiye göndermezsek başımıza kötü şeyler geleceğini söyleyerek bitirirdi.
Çocukluğumda böyle bir mektubu alıp okuduğumu –dün gibi diyorlar ya hani- hatırlıyorum. İnanmış ve korkmuştum.
Bugün öyle bir ileti aldığımda sosyal medyadan falan sonunu okumuyor, hatta gözlerimi kapatıyorum hemen.
O mesajı gönderip sonuna “belalar bulur” gibi sözler yazan art niyeti çok açık bir kimsenin istediği bir şeyi, bu mesaj göndertmek dahi olsa yapmayı, içime sindiremiyorum.
İçten içe koşullanacağımı da biliyorum ama: Basit aksiliklerden, belki büyük tersliklere kadar ardından olanı “o mesajı” göndermemiş olmama bağlayacağım. Bu nedenle o son cümleyi okumayarak kendimce çözüm buluyorum.
Öncelik sonralık ilişkisi, bize çoğu zaman olanın gerekçesini göstermez. Yine de koşullanırız ama. Öncesinde olanı sonrasında olanın sebebi addetme -bazen mantıksız bir şekilde- bağlantı kurma eğilimine gireriz.
Bu koşullanma bazı çağlarda gereklidir. Yoksa çocukluğumuzda sürekli sobaya elimizi yapıştırırdık. Ama büyüdükçe sorgulamayı öğrenmemiz gerekir. Önce olan gerçekten sonra olanın sebebi mi? Bağlantılı mı? Yaşımız tecrübemiz ilerledikçe, düşüncelerimiz üzerindeki kontrolümüz arttıkça olayları her zaman gerçekleşme sırasına göre gerekçelendirmenin mantıksızlığını kavrarız.
Ama bu kavrayış bile ne olur ne olmazdan, kulağımızı çekip tahtaya vurmaktan alı koymaz bizi. Ya başımıza kötü şeyler gelirse? “Kötü şey”in açık bir tanımının olmaması da bizi kendisine daha bir sıkı bağlar. Kendi korkularımıza göre şekillenir bu kötü şeyler.
Bu insani özelliklerimiz manipülatörler tarafından da tanınır. Onların istedikleri gibi düşünmemizi sağlamakta kullanılır: Fısıldarlar: bu olayın sebebi öncesinde olan şu olaydır. Bakın böyle yaparsanız, sizin başınıza da bu gelir.
Hiçbir fırsatı kaçırmayanların fikirleri hane hane, fert fert yayılır.
Şimdi son günlerde gerçekleşen bir gelişme ile bu manipülatörlerin, fırsat ayağına geldi.
Hali hazırda mevcut/yayılan bir fikir zaten vardı:
Şehrimizde biri var. Kıymetini lütfen tartışmaya kalkmayın- şehrinizin sokakları denize çıkmasa da hep ona çıkar. Ona koşulsuz saygı duymalısınız. Sebebini sormayın. Yaptıklarını tartışmayın. Görevi gereği yapması gerekenlere dahi müthiş minnet duyun ve abartın. Maazallah olmasaydı ne yapardık diye düşünün. Yanlışlarını dile getirmeyin. Saygı ve minnetin yanından korkuyu da eksik etmeyin. Başında bulunduğu kuruma karşı da hakkınızı aramanızı gerektirir bir durum olduğunda örneğin dava açacaksanız. Boşuna uğraştığınızı kendi kendinize tekrarlayın. Çok mu inanıyorsunuz haklı olduğunuza, o bir yolunu bulur, haklı olsam da kazanamam deyin. Korkun, çekinin. Ayrık otu olmak, yaftalanmak istemiyorsanız sevdiğinize kendinizi de inandırın.
Şimdi bu mevcut fikre şunu eklediler. Saygı, minnet ve korku duymazsanız başınıza kötü şeyler gelir. Bakın birinin geldi de...
..........................
Anadolu Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Şafak Ertan ÇOMAKLI, geçtiğimiz günlerde sağlık sorunlarını gerekçe göstererek görevinden istifa etti.
Prof. Dr. Ertan ÇOMAKLI’nın ani istifası görevden ayrılmasının göreve getiren makam tarafından istenmiş olabileceği ihtimalini de doğurdu.
Göreve getiren makam, görevden ayrılmasını istemiş olabilir. Bunun gerekçeleri de olabilir.
Göreve getiren makam CHP Genel Başkanı Kemal KILIÇDAROĞLU olmadığına göre,
Allah aşkına, Yılmaz BÜYÜKERŞEN’i karşısına almak bu gerekçelerden biri olabilir mi? Algı oluşturmaya çalışmanın da bir haddi yok mu?
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!