Biz ondan razıymışız demek ki…
Biz diye bir şey varmış demek ki. İçişleri Bakanımız Süleyman SOYLU istifa edeceğini açıkladığında, görevde kalması için sosyal medyada verilen destek milyonları buldu.
Cumhurbaşkanımız ise son kararın kendisinde olduğunu da vurgulayarak görevden ayrılma talebini kabul etmedi.
Bu iki açıklama arasında “herhangi biri”nin hissettikleri hakkında yazısı bu.
Suya yazacaktım belki.
Kendi kendime konuşacaktım.
Aklımda geçirecek, arada sesli “çok şükür” diyecektim.
Baktım gazete var…
Tarif çabası sadece. Orada olunca ne hissedildiğine dair. Giderse diye neden korktuğuma.
Ben oğlumun dedesinin evine gideceği bayramlardan korkuyordum.
Biz Ankara’nın batısında,
Yaşıyoruz.
Yazıyoruz.
Konuşuyoruz.
Hepimizin klavyesi 29 harf.
Terörle mücadelede başarı…….. diye başlayan cümleler kuruyoruz.
O cümle yaşam ile ölüm arasındaki fark ama.
Gündelik hayatınızda, ensenizde nefesini hissettiğiniz şey de ölüm o başarı olmadan, bazı şehirlerde.
Şimdi hastalık hissettiriyor ya onun gibi.
Oğlumun babaannesinin, dedesinin memleketi Van’ın Edremit ilçesi. Öyle güzel ki. Uçsuz bucaksız gölün kenarında.
Akdamar adası. Van Kalesi. İnanılmaz kahvaltıları, yemekleri. Hepsi ayrı güzel. Önceden öyle dilediğiniz yöne, dilediğiniz gibi gidemiyordunuz ama. Gidilecek yer var. Gidilemeyecek yer var. Her yola öylesine giremiyordunuz. Ben o tarafa gidilmez sözünü ilk kez orada duydum.
Her istediğiniz saatte de çıkamıyordunuz. Şehir merkezinde bile. Yazılı olmayan kurallar vardı. Sürekli tetikte olmayı öğrendiğiniz, huzurlu olmaktan çok uzak bir şeydi gündelik hayat.
Van’a gidişlerimizin birinde, Ekim 2014’te kurban bayramı arefesinde, il merkezinin Cumhuriyet Caddesi’nde öyle aheste yürüyorduk. Öylesine mağazalara girip çıkıyorduk.
Sonra,
Caddeyi yaktılar. Tüm caddeyi, dükkânları, araçları. Sadece o caddeyi de değil Doğu Anadolu şehir merkezlerinin hepsinde alevler yükseldi.
Çatışmanın ortasında kalmamız bir an sürdü. Eskişehir’de ilk kez gezi olayları sırasında “toma” görmüştüm. Gıcır gıcır bir araçtı. Van’da ise bir tomadan geriye kalanları gördüm cadde başlarında.
Edremit’e dönemedik. Van’ın merkezinde bir arkadaşımızın evine konuktuk o akşam. Dışardan sürekli silah sesleri geliyordu. Yemek siparişi verdiğimiz yer, gecikince aradığımızda sakince telefonu açıp burası yanıyor diyebiliyordu. Ev sahibinin Denizlili eşine, bebeğinizde var, siz de kalmayın gelin bizimle diyordum.
Sabaha kadar sürdü silah sesleri. Edremitteki eve döndüğümüzde, hava alanı ile ev arasındaki kısa mesafeyi hesap ediyordum. Bavulu alıp havaalanına koştum.
Daha da gitmem dedim. Böyle bayram mı olur?
Resmi veriler ise şöyle dedi:
Yaklaşık otuz altı ilde üç gün süren şiddet olaylarında resmi verilere göre ikisi güvenlik görevlisi şehit olurken, 43 kişi hayatını kaybetmiş, 331’i güvenlik görevlisi 769 kişi yaralanmıştır.
Olaylar esnasında 737’si güvenlik güçlerine ait 1.881 araç zarar görürken 27 kaymakamlık, 52 emniyet, 28 okul, 73 siyasi parti ve 12 belediye binasının da dahil olduğu 2 bin 558 binaya zarar verildi.
Birileri, Yasin BÖRÜ’nün de öldürüldüğü o günlerde. Ölen insanların cesetlerine bile işkence etti.
6-7 Ekim olayları, sorumluları, ortasında kalmayanlar tarafından çok duyulmadı bile, yakıp yıkanları direnişe çağırarak, düğmeye basmışçasına dakikalar içinde ölümlere sebep olan parti genel başkanı da. Hayat devam etti. Öncesinde de sonrasında da burada devam eden hayat bazı şehirlerimizde ki ile aynı değildi ama. Yemin ederim…
Sonra Süleyman SOYLU, İçişleri Bakanı oldu. Tepkilere aldırmadan bir gecede terörle iltisaklı belediyelere kayyum atadı. “Demokrasi ve hukuk devleti anlayışında millet iradesinin yerel yönetimlere yansıması esastır. Ancak belediyeler; vatandaşımızın kullandığı oyu, verdiği vergileri ve demokrasinin sunduğu iklimi istismar ederek ülkemizin birlik ve bütünlüğüne kasteden terör örgütlerinin etkisi altına giriyorsa, milli iradeyi gasp edenlere karşı tedbir almak devletin asli görevidir. Vatandaşlarımızın verdiği vergilerle oluşan kaynaklar ve verdiği oyla oluşan siyasi irade, terör örgütlerine devşirilemez.” dedi.
Pek çoğumuz için bir haber metniydi bu. Net etkilerini ise tekrar Van’a gittiğimde gördüm. Ben oraya çocuk götürmem dedikçe, konuştuğumuz herkes, gel bak aynı değil diyordu. Uçaktan indikten hemen sonra, Ferit Melen Havaalanı ile ev arasındaki göl kenarı yolda, üstü açık bir arabadan çıkmış genç bir kız gördüm. Uzun saçlı. İki ucundan tuttuğu Türk Bayrağını savuruyordu. Hayal görüyorum sandım. Siz de görüyor musunuz diye soracak kadar.
Şehir merkezindeki caddelerde boydan boya Türk Bayrağıydı. Özgüven gelmişti insanlara. Şu yanan kebapçı yeni yeni şubeler açmıştı: ) Rahatça yemeğinizi yiyordunuz Göl kenarına belediyeler yürüyüş yolları, çay bahçeleri yapmıştı. Esnaf da insanlar da acayip huzurluydu. Aracınızı her yöne dilediğiniz gibi sürebiliyordunuz.
Akaryakıt İstasyonunda, markette, kapı önlerinde insanların konuşmalarına şahit oldum. “Süleyman SOYLU”nun kayyumları, isimleri buydu. Her şeyin sorumlusu onlardı. Süleyman SOYLU, kayyumlara korkmayın arkanızda ben varım demiş, dengeler değişmiş, korkan başkaları olmuştu. Şehrin kendi sakinleri söylüyordu.
Akaryakıt istasyonunda, elinde pompa ile bir adamın Süleyman Soylu’nun kayyumlarından sonra kaçak mazot satamıyorum dediğini dahi duydum. Artık yasadan kaçamayan da şikâyet ediyordu.
Hani görevdir, bayrak değişimidir, başkası da yapar diyorlar ya. Bunu bir de farklı illeri yaşamış “herhangi biri”ne sorun. Aynı şeyleri mi hissediyorsunuz?
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!