Başkanım, son dönemde ülkemizde ve şehrimizde büyük bir ilaç krizi yaşandığı biliniyor. Siz bununla ilgili neler söylemek istersiniz?
Öncelikle, yaklaşık iki yıl önce yine programınıza konuk olmuştum. Bugün de programınıza konuk olmaktan mutluluk duyduğumu ifade ederek başlamak istiyorum. İlaç yoklarına girmeden önce şunu söylemeliyim: Bizler eczacılar olarak ülkenin dört bir yanında, kentlerde, ilçelerde, mahallelerde, köylerde, en ücra noktalara kadar yedi gün yirmi dört saat ilaç ve eczacılık hizmeti veren yegâne meslek grubuyuz. Sadece olağan durumlarda değil; pandemi, deprem, sel ve yangın gibi olağanüstü durumlarda da bu kriz ortamlarının en önde görev yapan neferleriyiz. Böyle bir mesleğe mensup olmaktan onur duyuyorum.

FİRMALAR ZARAR ETTİKLERİ İLAÇLARI TEDARİK ETMİYOR
Biz eczacıların halk sağlığını korumak ve geliştirmek adına çok önemli bir misyonu var. Bu görevimizi yerine getirirken pek çok sorunla mücadele ediyoruz. Bu sorunların en başında da ilaç yokları geliyor. İki yıl önce de benzer sorunları konuşuyor olmaktan üzüntü duyuyorum.İlaç yoklarının kaynağını kısaca şöyle özetleyebilirim: 2004’ten bu yana ilaç fiyatları, referans fiyat sistemi ve sabit euro kuru üzerinden belirleniyor. Geçen yıl ekim ayında euro kuru yüzde 23 artırılarak 21,67’ye sabitlendi. O dönem euro 36–37 liraydı; bugün 50 liraya dayandı. Yani sabit kur, gerçek kurun neredeyse yarısına düştü. Bu makas açıldığı için firmalar zarar ettikleri ilaçları tedarik etmiyor ve ciddi ilaç yokları yaşanıyor.Geçen ekimde yapılan güncelleme nedeniyle bu yıl yine ekim ayında güncelleme beklentisi oluştu, tedarik zinciri yavaşladı ve yok oranı yüzde 25–30’lara kadar çıktı. Aralık itibarıyla bu oran yüzde 17–20 civarında; hâlâ çok yüksek. Oysa geçmişte yüzde 5 yok oranı normal kabul edilirdi.
EN PAHALI İLAÇ, ERİŞİLEMEYEN İLAÇTIR
Biz eczacılar ilaca zam yapılmasını istemeyiz; tek isteğimiz ilaca erişimin sağlanmasıdır. Ancak firmalar tüm maliyetlerini 50 liralık euro üzerinden yaparken ilaç fiyatı 21,67’ye göre belirlenince tedarik zinciri kırılıyor. Bu durumun en büyük yükünü de hastayla son temas noktası olan bizler çekiyoruz.En çok ithal ilaçlarda sorun yaşıyoruz. Yaklaşık 600–700 kalem ithal ilaca neredeyse hiç ulaşamıyoruz. Bunlar arasında insülinler, kanser ilaçları, tansiyon ilaçları, KOAH ilaçları ve çocuk hastalıklarında kullanılan birçok ilaç var. Ulaşılabilen ilaçlarda ise depolardan eczanelere üç–beş adet gibi sınırlı dağıtım yapılıyor. Bizim yıllardır söylediğimiz bir gerçek var: En pahalı ilaç, erişilemeyen ilaçtır. Bunu grip aşısı üzerinden örnekleyelim. Bugün aşı 500 lira. Risk grubundaki bir kişi aşı olamazsa hastalanıyor, acile ya da aile hekimine başvuruyor. Basit bir gribal enfeksiyon reçetesinin maliyeti bile 500 lirayı geçiyor. Hastalık ağırlaşırsa tedavi masrafları katlanıyor, iş gücü kaybı oluşuyor. Yani 500 liralık aşıya erişilememesi, hem kişiye hem ülkeye çok daha büyük bir maliyet çıkarıyor.

Peki başkanım siz Eczacılar Odası olarak bu konu ile ilgili ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz?
Aslında komik olacak ama şöyle anlatayım: Biz bu sürecin çözümüyle ilgili Sosyal Güvenlik Kurumu, Sağlık Bakanlığı ve Türk Eczacılar Birliği ile sürekli temas hâlindeyiz. Rakamlarla durumu anlatıyor, yapılması gerekenleri iletiyoruz. Ancak yetki ve karar merci biz olmadığımız için elimizden çok fazla bir şey gelmiyor.
İMECE USULÜYLE SORUNU HAFİFLETİYORUZ
Ama işin komik tarafı şu: Eczacılar olarak artık birçok WhatsApp grubumuz var. Bir reçeteyle geldiniz diyelim, üç kalem ilacın ikisi elimde var biri yok. Hemen diğer eczacı arkadaşlarıma soruyorum. Onlarda varsa alıp hastanın reçetesini tamamlıyorum. Aynı şekilde onların hastası için de elimdeki stoğu paylaşıyorum. Yani tamamen imece usulüyle bu sorunu hafifletmeye çalışıyoruz. Burada ilginç bir istatistik var. TÜİK’in her yıl yayımladığı memnuniyet araştırmalarına baktım. 2010’larda sağlık hizmetlerinden memnuniyet yüzde 76 iken bugün yüzde 63’e düşmüş. Ciddi bir gerileme var.

SAĞLIK HİZMETLERİNDEKİ MEMNUNİYETİ AYAKTA TUTUYORUZ
“Biz ilaç yoklarıyla ilgili ne yapıyoruz?” derseniz; vatandaşın bu durumdan en az etkilenmesi için elimizden geleni yapıyoruz. Birbirimizle haberleşip ilaç bularak hastaların reçetelerini tamamlıyoruz. Bugün sağlık hizmetlerindeki memnuniyet yüzde 63 seviyesindeyse, inanın bunu bu düzeyde tutan eczacılardır. Biz olmasak rakamlar 2000’li yılların başındaki düşük seviyelere geri dönebilirdi.Bu tablo aslında yıllar içinde sistematik olarak buraya geldi. 2000’lerin başında gayrisafi milli hasıladan ilaca ayrılan pay yüzde 1,8’di. Bu oran yıllar içinde düşe düşe bugün yüzde 0,6–0,7 seviyelerine indi. Biz burada TL’nin değerinden bahsetmiyoruz, gelirin içindeki paydan bahsediyoruz. Gelir azalınca TL olarak düşmesi doğal ama oran olarak düşmesi tehlikeli.OECD ülkelerinde bu oran Amerika’da yüzde 2,5–3, Almanya’da yüzde 2 seviyelerinde. Biz ise son sıralardayız. İlaca ve sağlığa ayrılan payın düşüklüğü, sosyal devlet anlayışından uzaklaşıldığını gösteriyor.

BÜYÜK BİR DARALMA İÇİNDEYİZ
Başkanım, eskiden eczacıların çok kazandığı söylenirdi. Bugün eczacılar ne durumda. Eczacı olmak isteyen gençlere ne önerirsiniz? Ayrıca eczacılık fakültelerindeki kontenjanların artmasıyla ilgili görüşleriniz nelerdir?
Şimdi, en başta bahsettiğimiz ilaç fiyat kararnamesi 2004’te yürürlüğe girdiğinde ülkede bugünkü gibi bir enflasyon yoktu. O dönem kabul edilebilirdi ama son yıllarda enflasyon hızla arttı. Eczacıların gelirleri düşerken elektrik, su, kira gibi giderler çok ciddi şekilde yükseldi. Ekonomik anlamda büyük bir daralma içindeyiz. Bir de fakülte enflasyonu sorunu var. Eskiden 14 olan eczacılık fakültesi sayısı bugün 70’e yaklaştı. “Her ile bir üniversite” anlayışıyla hesapsızca fakülte açılması mesleği popülist politikalara kurban etti. Kontenjanlar da yıllar içinde hızla artırıldı.
Bu yüzden geçen yıl tüm odalar ve Türk Eczacıları Birliği olarak YÖK önünde kontenjanların düşürülmesi için basın açıklaması yaptık. İlaç yokluğu bugün akut bir sorun gibi görünse de artık kronikleşiyor. Ancak mesleğin geleceği açısından asıl problem, kontrolsüz şekilde fakülte açılması ve kontenjan patlamasıydı. Bu girişimimiz karşılık buldu ve kontenjanlar yüzde 30–40 oranında düşürüldü.

EĞİTİMİN TİCARİLEŞTİĞİNİN AÇIK GÖSTERGESİ
Fakat alt metin şöyle: Akademik altyapısı çok güçlü olan devlet üniversitelerinde kontenjanlar ciddi oranda azaltıldı. Örneğin burada yüz kırk olan kontenjan doksanlara indirildi. Ama özel ve vakıf üniversitelerinde kontenjanlar ya sabit tutuldu ya artırıldı. Çünkü önceki yıllarda özel üniversitelerde kontenjanlar boş kalıyordu. Bu nedenle kamunun kontenjanları azaltılarak öğrenci özel üniversitelere yönlendirilmiş oldu. Bu da eğitimin ticarileştiğinin açık göstergesidir.
İŞSİZ ECZACI ORDUSU OLUŞACAK
Bugün ülkede 52 binin üzerinde eczacı var. Yaklaşık 30 bini serbest eczacı, yani yüzde 58–60’ı. Kamu kurumlarında çalışan eczacı sayısı ise sadece üç bin civarında; bu oran yüzde 5–6’ya denk geliyor. En çarpıcı olan ise, şu anda yaklaşık on bin eczacının işsiz durumda olması. Bu da toplamın yüzde 20’si demek. Bu tabloya bakınca, fakültelerin bu hızla ve plansız şekilde açılmasını kesinlikle doğru bulmuyorum. Böyle giderse ciddi bir “işsiz eczacı ordusu” oluşacak gibi görünüyor.
YENİ TEDAVİ PROTOKOLLERİ ÜLKEMİZDE KULLANILAMIYOR
İlaca erişimde yaşanan sıkıntıların aşılması için neler yapılmalı? Bu sorunun çözümü adına hangi adımlar atılmalı?
Bu konudaki temel problem ilaç fiyat kararnamesi ve mevcut fiyatlandırma politikalarıdır. Euro kuruyla ilaç fiyatları arasında çok geniş bir makas oluştu. Bunun sonucunda hastalar tedavilerini tamamlayabilmek için ceplerinden ek bütçe ayırmak zorunda kalıyor. Tedavisi yarım kalan hastalarda yeni komplikasyonlar ve yeni hastalıklar ortaya çıkıyor.Dünyada geliştirilen yeni ilaç moleküllerinin önemli bir kısmı da Türkiye’ye gelmiyor. Çünkü firmalar ticari açıdan kârlı görmedikleri için bu ilaçlara Türkiye’de ruhsat almıyorlar. Yeni tedavi protokollerinin yüzde 80–90’ı bu nedenle ülkemizde kullanılamıyor. Mevcutta ruhsatı olan birçok ilaç bile artık birer birer Türkiye pazarından çekiliyor; yani mevcut ilaçları bile elde tutamıyoruz.
ECZACI SORUMLU DEĞİL, MAĞDURDUR
Çözüm için ilk adım, ilaç fiyat kararnamesinin tamamen revize edilmesidir. Bugünün enflasyon ortamında mevcut model artık sürdürülebilir değil. Kamu otoritesinin, sektör paydaşlarıyla birlikte yeni bir fiyatlandırma modeli üzerinde çalışması gerekiyor.Kısa vadeli yani akut sorunun çözümü için ise yapılacak artış oranı belli ise —örneğin yüzde 20 gibi— bu artış yıl içinde 3–4 parçaya bölünerek yapılabilir. Böylece kur ile sabit euro arasında oluşan makas açılmaz. Geçen yıl euro kuru güncellenip 21,67’ye sabitlendiğinde piyasa kuru 36–37 liraydı. Kur 40’a çıkınca makas iyice açıldı. Eğer artışlar parçalı yapılsaydı ilaç yokları bu kadar derinleşmezdi.Son olarak şunu özellikle belirtmek isterim: Piyasada bulunamayan ilaçların sebebi hiçbir zaman eczacı değildir. Eczacı bu süreçte sorumlu değil, tam tersine mağdurdur.
Son olarak, eczacılık fakültesine girecek öğrencilere, vatandaşlara ve üyelere neler söylemek istersiniz?
Eczacılık fakültesini tercih edecek ya da şu anda eğitimine devam eden öğrencilere tavsiyem şu: Dünya artık bambaşka bir yere doğru gidiyor. Bu nedenle eczacılığı da geleneksel kalıpların dışına çıkarıp farklı alanlarda uzmanlaşmak zorundayız.Bugün eczacılıkta iki resmi uzmanlık alanı olsa da öğrencilerin kendilerini daha farklı uzmanlık alanlarında geliştirmeleri gerekiyor. Eczacılık, antik çağlardan beri var olan ve sürekli güncellenen bir meslek. M.Ö. dönemlere ait reçeteler bulunuyor; ihtiyaçlar değişiyor ama meslek hep varlığını sürdürüyor. İlk dönemlerde tıpla iç içeyken zamanla ayrı bir bilim dalı hâline geldi. Bugün tıpta yüzlerce uzmanlık alanı varken eczacılıkta uzmanlık alanları çok sınırlı.Oysa eczacının uzmanlaşabileceği birçok alan var. Örneğin bitkisel ürünler, fitoterapi, spor eczacılığı… Sporcular bazen bilmeden kullandıkları ilaçlar nedeniyle doping maddesi almış sayılıyor ve müsabakalardan men ediliyor. Bu konunun uzmanı olması gereken kişi eczacıdır. Meslektaşlarımız kendilerini bu tür farklı alanlarda geliştirirse eczacılığın geleceği çok daha sağlam temeller üzerinde ilerler.




