TBMM’de kabul edilen yeni maden kanunu düzenlemesinden, terörle mücadeleye kadar tüm sorularımıza yanıt veren Fatih Dönmez, kamuoyunun gündemini uzun süredir meşgul eden Eskişehir Sanat ve Bilim Vakfı’na (ESBAV) kayyum atanması kararını da değerlendirdi. Dönmez, “O mala el uzatan, yalnızca suç işlemiş olmaz; aynı zamanda ağır bir vebalin altına da girmiş olur” dedi.
Röportaj
Sayın Bakanım TBMM’de kabul edilen yeni Maden Kanunu düzenlemesi kamuoyunda geniş yankı uyandırdı. Özellikle zeytinlik alanlar ve çevresel etkiler üzerinden bazı eleştiriler gündeme geldi. Bu yeni düzenleme neyi amaçlıyor ve hangi yanlış algılar düzeltilmeli?
TBMM’de kabul edilen yeni Maden Kanunu değişikliği, enerji politikamız açısından oldukça kritik bir dönemde hayata geçirilmiş bir düzenlemedir. Öncelikle bu yasanın neyi hedeflediğini ve hangi boşlukları doldurduğunu doğru şekilde anlatmak gerekiyor. Çünkü mesele yalnızca bir madencilik faaliyeti değil; bu ülkenin bağımsızlığı, üretim gücü, çevre duyarlılığı ve gelecek vizyonuyla doğrudan ilgilidir.
Enerji ithalatına yılda 70 milyar dolar harcayan bir ülkeyiz. Bu bağımlılığı azaltmanın tek yolu, kendi kaynaklarımızı kullanmak, kendi enerjimizi üretmekten geçiyor. Yasayla birlikte artık madencilikte çevresel uyum daha somut kurallara bağlandı.
En çok konuşulan konu ise elbette zeytinlikler. Bu konuda söylenenlerin çoğu ne yazık ki ya bilgi eksikliğiyle ya da siyasi maksatla ortaya atılmış ithamlardır. Söz konusu geçici madde, yalnızca elektrik üretimi amaçlı madencilik faaliyetleriyle sınırlıdır. Buradaki uygulama da genel değil, son derece istisnai, sınırlı ve sıkı şartlara bağlanmış bir uygulamadır. Hiçbir zeytin ağacı rastgele kesilmeyecek. Bilimsel ve tarımsal esaslara göre taşınabilecek ağaçlar taşınacak, taşınamayanlar için ise aynı il veya ilçe sınırlarında, eşdeğer büyüklükte yeni zeytinlik sahaları kurulacak. Bu yükümlülük madencilik faaliyetini yürüten gerçek veya tüzel kişilere ait olacak. Yani doğaya yapılan her geçici müdahale, kalıcı bir onarımla telafi edilecek. Ayrıca bu alanlar ülkemizdeki toplam zeytinlik varlığının on binde dördüne denk geliyor. Gerçek dışı anlatılan gibi ülkenin zeytin ağaçlarıyla vedalaştığı bir düzenleme kesinlikle söz konusu değil.
Bu yasa sadece bir ruhsat reformu değil; aynı zamanda yatırım ortamını iyileştiren, bürokrasiyi azaltan ve öngörülebilirliği artıran bir sistem değişikliğidir.
TBMM Genel Kurulu’nda yaptığım konuşmada da ifade ettiğim gibi: Bugün attığımız her adım, yarın çocuklarımızın daha güçlü, daha temiz, daha bağımsız bir Türkiye’de yaşaması içindir. Her yeni yatırımı, her çevre hassasiyetini, her bürokratik engeli azaltan reformu; toprağımızın bereketi, alın terimizin bereketi için gerçekleştiriyoruz. Çünkü biz biliyoruz ki gerçek kalkınma ancak milletin tamamına dokunan üretimle mümkündür. Ve enerjide sadece çevreci olmak yetmez; aynı zamanda kesintisiz olmak da gerekir. Bu sistemin kararlılığı için baz yük üretimi şarttır. Termik santraller bu yükün taşıyıcı kolonu niteliğindedir ve bu santrallerin yakıt ihtiyacını yerli kömürle karşılamak, döviz çıkışını azaltmakla kalmaz; aynı zamanda enerji bağımsızlığımızı da tahkim eder.
Bazı çevreler yine aynı refleksle karşı çıktılar. Aynı zihniyet zamanında “Gökova’ya santral yaptırmayız” demişti. Turgut Özal ise “Köprüyü sattırmayız diyorlardı, sattık. Bu santrali de yaparız” diye cevap vermişti. Bugün de biz aynı noktadayız. Yapıcı eleştiriye elbette açığız ama ideolojik körlükle ülkenin enerjisini, istihdamını ve kalkınma hedeflerini sabote etmeye çalışan yaklaşımları kabul etmiyoruz. Bugün Muğla’da maden çalışanı binlerce vatandaşımız “Zeytin de bizim, kömür de bizim. Zeytini işleyen biziz, kömürü çıkaran biziz” diyorsa, bunu görmek zorundayız. Çünkü mesele sadece zeytin ya da kömür meselesi değil; Türkiye’nin geleceğine dair bir karar meselesidir.
Bu yasa, sadece bugünü değil 2053 vizyonunu da hedefleyen bir anlayışla hazırlandı. Ve şuna yürekten inanıyoruz: Türkiye Yüzyılı, hamasetin değil; aklın, bilimin ve sorumluluğun yüzyılı olacaktır. Enerji bağımsızlığımız için, çevreyle barışık bir üretim için ve güçlü bir Türkiye için bu yasa bir dönüm noktasıdır.
“TÜRKİYE TARİHİ BİR EŞİKTEN GEÇİYOR”
Türkiye terörle mücadelede çok önemli bir dönemeçten geçiyor. Sizce bugün geldiğimiz noktada terörle mücadele nasıl bir seyir izliyor ve bundan sonra ne beklenmeli?
Türkiye bugün terörle mücadelede tarihî bir eşiği geçiyor. Bu yalnızca silahların susmasıyla ilgili bir gelişme değil; milletimizin iradesine, devletin kararlılığına ve topyekûn birliğimize dayanan uzun soluklu bir mücadelenin stratejik sonucu. 47 yıllık bir musibet sona eriyor. Bu, terörün artık güvenlik başlığı olmaktan çıkıp kalkınmanın ve demokratik normalleşmenin önündeki bir engel olarak tanımlandığı yeni bir döneme geçildiğini gösteriyor.
PKK’nın silah bırakması bir müzakere sürecinin değil; hukuk, istihbarat, diplomasi ve sahadaki kararlı mücadelenin sonucudur. Terör örgütlerinin Türkiye içinde eylem yapma kapasitesi sıfırlanmış durumda. Bu noktaya, sahada verilen büyük mücadele, sınır ötesinde kurulan stratejik denge, içeride ise devlet-millet bütünleşmesiyle ulaşıldı.
Bu sürecin en önemli yönü, milletin ortak iradesinin ve hafızasının taşıyıcı unsur olmasıdır. Terörle mücadele yalnızca dağda değil, şehirde, mecliste, toplumsal vicdanda verildi. Bu noktaya gelinmesinde yıllardır çocuklarını dağa kaptıran annelerin, sokakta korkuya meydan okuyan vatandaşların, güvenlik güçlerimizin ve şehitlerimizin büyük payı var. Bu bilinç sürdükçe, terör bir daha başını kaldıramayacaktır.
Bundan sonra yapılması gereken, kazanımları kalıcılaştırmak ve toplumsal barışı kurumsallaştırmaktır. TBMM’de kurulacak komisyon bu sürecin şeffaf ve kapsayıcı biçimde ilerlemesini sağlayacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken en kritik nokta, bu sürecin istismar edilmemesi ve siyasi provokasyonlara kapı aralanmamasıdır.
Türkiye belki de tarihinde ilk kez “terörsüz bir gelecek” idealine bu kadar yakındır. Şimdi bu süreci toplumsal huzura, kalıcı barışa ve ortak geleceğe dönüştürme zamanıdır. Devletin iradesi sağlam, milletin kararlılığı yüksektir.
Ve şunu açık yüreklilikle ifade etmek gerekir: Bu başarıda en büyük pay milletindir. Güvenlik güçlerimizin arkasında dimdik duran, her türlü provokasyona rağmen sağduyusunu kaybetmeyen, birlikten asla taviz vermeyen bu millet olmasaydı, bu mücadele bu noktaya ulaşamazdı.
“CEZA YARGISI BAŞLADI”
Kamuoyunun gündemini uzun süredir meşgul eden Eskişehir Sanat ve Bilim Vakfı’na (ESBAV) kayyum atanması kararını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bize emanet edilen her şeyin bir hesabı vardır. Hele konu kamu malıysa, yalnızca hukuki değil; aynı zamanda vicdani ve ahlaki bir sorumluluk da doğar. Kamu malı, milletin ortak değeridir. İçinde tüyü bitmemiş yetimin de hakkı vardır, yıllarca emeğiyle geçinen vatandaşın da. İnancımızda kamu malına gösterilen hassasiyet boşuna değildir. O mala el uzatan, yalnızca suç işlemiş olmaz; aynı zamanda ağır bir vebalin altına da girmiş olur.
Kamu malının nasıl kullanıldığını sorgulamak, gerektiğinde yasal yollarla müdahale etmek, tıpkı Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün kayyum uygulamasında olduğu gibi, hukuk devleti olmanın gereğidir.
ESBAV’a kayyum atanmasına ilişkin karar, niteliği itibarıyla bir tedbir kararıdır; hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak da bu kapsamda ele alınmalıdır.
Bu yalnızca bir vakfa yönelik teknik işlem değildir; kamu malının kimler eliyle, hangi yöntemlerle ve ne amaçla kişisel mülkiyete dönüştürüldüğüne dair çok yönlü bir hukuki tespittir.
Vakıf konusu uzun süredir yargı makamlarının gündeminde olan bir ceza soruşturmasının devamıdır. İddianame düzenlenmiş ve ceza yargılaması başlamıştır.
İddianamede yer alan somut bulgulara göre:
Üniversiteye bağlı vakıflar üzerinden edinilen taşınmazlar, önce bu vakıflar aracılığıyla kontrol altına alınmış, ardından da bu vakıflara bağlı şirketler üzerinden el değiştirilerek belli şahısların üzerine geçirilmiştir. Süreç boyunca kamuya ait taşınmazlar, düşük bedelli satışlarla özel kişilere aktarılmış; bu işlemler sırasında şirketin zarara uğratıldığı, ancak şahısların kazanç elde ettiği tespit edilmiştir.
Kamu adına bu tür yapıların peşine düşmek, hesabını sormak sadece yargının değil; siyasetçinin, yöneticinin ve vicdan sahibi her yurttaşın görevidir. Biz bu sorumluluğumuzun bilincindeyiz. Milletin bir kuruşunun dahi heba edilmesine razı olmayız. Bu meselenin de takipçisi olacağız.
“YÜREĞİMİZ YANIYOR”
Seyitgazi’de başlayıp Afyon’a kadar uzanan yangın hepimizi derinden sarstı. Sizler de sahadasınız, süreci yakından takip ediyorsunuz. Yangına müdahalede son durum nedir?
İki gün önce sabah saatlerinde Seyitgazi-Fethiye mahallemizin kırsal ve ormanlık alanında başlayan yangın, maalesef rüzgarın etkisiyle, havanın aşırı sıcak, kurak ve nemin de oldukça düşük olması nedeniyle büyüdü ve Afyon il sınırlarına ulaştı.
Biz süreci başından beri hem Orman Bölge Müdürlüğümüz hem de Sayın Valimiz aracılığıyla yakından takip ediyoruz. Aslında dün öğleden sonra, Seyitgazi tarafında yangının kısmen kontrol altına alınması söz konusuydu. Ancak Afyon tarafında rüzgarın birden yön değiştirmesi nedeniyle, o bölgede çalışan 24 görevlimizden– bunlardan 5’i AKUT gönüllüsü – alevlerin içinde kaldı.
Maalesef, 5’i orman görevlisi ve 5’i AKUT gönüllüsü olmak üzere 10 çalışanımız şehit oldu.
Bunun tarifi mümkün değil, yüreğimiz yanıyor. Derler ya, "Ateş düştüğü yeri yakar" ama bu sefer gerçekten hepimizin içi yandı.
Bugün de Kümbet'te vefat eden şehidimiz Tolunay kardeşimizin ailesine taziye ziyaretinde bulunduk. Orada hem babası hem de annesiyle konuştuk. Ancak bizi en çok üzen yönlerinden biri de eşiyle ilgiliydi. Daha bir hafta önce evlenmişler. Maalesef böyle talihsiz ve yürek burkan bir hadise yaşandı.
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, olayın ilk başladığı andan itibaren Orman Genel Müdürlüğümüz tüm gücüyle olaya intikal ediyor. Sadece Orman Bölge Müdürlüğü’nün yangın söndürme elemanları değil, bunun yanı sıra çeşitli belediyelerden ve yerel yönetimlerden gelen takviyeler de söz konusu.
Dört tane uçak, altı tane helikopter, yüzün üstünde arazöz ve onlarca tanker o bölgede canla başla çalışıyor.
Orman yangınları klasik yangınlara benzemiyor. Yangın, araçla ulaşılamayacak noktalarda olabiliyor. Öyle yerler var ki, dik yamaçlı, maddi-manevi yıpratıcı mücadeleler, adeta bir cephede savaşırcasına kendisini ortaya koyuyor kardeşlerimiz. Meteorolojik koşullar, yangının istemediğimiz yönlere yönelmesine sebebiyet verebiliyor. Özellikle rüzgar hızı önemli.
Orman Bölge Müdürlüğü çalışanlarımızdan bazı bilgiler aldık. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, olayın ilk başladığı andan itibaren Orman Genel Müdürlüğümüz tüm gücüyle olaya intikal ediyor.
Ormanı tekrar dikmek için 20-30 yıla ihtiyacınız var ama canımız gidince yüreklerimiz yanıyor; bunun izahı mümkün değil. O yüzden tekrar geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Kaybettiğimiz şehitlerimize rahmet, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum. Yanık tedavisi gören kardeşimiz var; kısa bir görüşme yaptık. Beni en çok duygulandıran taraf şuydu: “Yaralarıma üzülmüyorum, ama iki tane genç kardeşim vardı, onları belli bir yere kadar taşıdım ama takatim yetmedi, onları kaybettik” dedi.
Çok duygulu bir ana şahitlik etmiş olduk. İnşallah Rabbim bu ve benzeri afetleri bir daha ülkemize göstermez. Son dönemde gördüğümüz yangınlar insan kaynaklı ihmalden olabiliyor. Geçmişte sabotaj ihtimali olan yangınlarda gördük.
Ama bu bölgede araştırma yapıldı; sabotaj şüphesi yok. Özellikle şu an hasat dönemindeyiz. Üreticilerimiz, çiftçilerimiz daha dikkatli olmak zorunda; azami derecede dikkatli davranmalıyız. Bu dönemde piknik faaliyetlerine ara vermeliyiz.
Sadece birkaç saat temiz hava almak için gidip, Allah korusun, yıllarca yetişmesini bekleyeceğimiz bir ormanın kül olması herhalde kimseyi mutlu etmez. Ben tekrar geçmiş olsun diliyorum.