Her surette olursa olsun son günlerde değişik değişik isimler ile anılan meteorolojik olayların sebep olduğu aşırı sıcaklar yüzünden nerede ise nefes alamaz hale geldik. Eyyamı Bahur adı verilen sıcakların bastırması ile birlikte adeta kendimizden geçtik. Sığınacak bir gölge nefes alacak bir yeşil alan aradık.

Böylece her yıl yaşanan büyük orman yangınları sonrası “ciğerlerimiz yanıyor” derken aslında neyi kaybettiğimizi daha iyi anlamış olduk. Dünyamız kendisini bize daha nasıl anlatsın.

Yüzlerce kez tekrarlanan Fatih Sultan Mehmet’in “ormanlarımdan bir dal kesenin başını keserim” sözünün ne kadar anlamlı olduğunu son sıcaklar ile birlikte daha iyi anladık. Havamızı temizleyen, gölgesinde nefes aldığımız ağacın kıymetini anlatmak için ne söylesek azdır. Bugünlerde çok tartışılan Akbelen Ormanları ile ilgili söyleyecek söz bulamıyorum. Bir ağacın büyümesi gölgesine sığınmak için tam 50 yıl gerekiyor. O zaman bu ağaçlara kıymanın mantığı nedir? Elbette ülkenin yer altı ve yerüstü zenginlikleri değerlendirilmelidir. Buna kimsenin ne itirazı olabilir ne de karşı çıkması söz konusu değildir. Ancak unutmamak gerekir ki bir kararı alırken bin düşünüp bir karar vermek lazım.

Şehirlerimizi, caddelerimizi betonlaştırarak, ormanlarımızı keserek topraklarımızı zenginleştiremeyiz. Milyonlarca yılda bir santimetreküp toprak oluşması için olması gerekenlerden birisi de yeşilimizi ve ağaçlarımızı korumaktan geçiyor. Kuraklığa karşı, üretim alanlarımızı arttırmak adına ormanlarımızı ve ağaçlarımızı korumak zorunda olduğumuzun farkına varmak için illaki , “Eyyamı Bahur” sıcakları ile tanışmak, “Afrika çöl sıcaklarına” teslim olmak gerekmiyor.

Bunca yaşanmışlığa rağmen hale kentlerimizi betonlaştırıyor, ağaçlarımızı kesiyorsak bir yerlerde yanlış yapılıyor demektir. Bu dünya bize “dedelerimizden miras değil” unutmayalım ki, “çocuklarımızdan ödünç aldığımız” en kıymetli emanettir. Bize bugünleri emanet bırakan yaşadıkları dönemde kıymetini bilemediğimiz “Toprak Dede” gibi geçmişlerimizi de şükranla hatırlamakta yarar var.