Son günlerde çok sayıda ilimiz sınırları içerisinde orman yangınları çıktı. Çıkan yangınlarda sadece yüreğimiz ağzımıza gelmedi, aynı zamanda yine çok geniş alanlarda bin bir emekle büyütülen, korunan ormanlık alanlarımızdaki ağaçlarımız ve canlılarımız yok olup gitti.

Gözünüzün alabildiği ve adeta gözünüzden kıskanacağız alanların bir anda ihmal veya sorumsuzluk sonucu yok olup gitmesi insan olan herkesin yüreğine bir sızı düşürüyor. Ülkemizde ormancılık gerçekten çok zor ve sabır isteyen bir iş. Ormanlarımızın korunması konusunda sadece ormancılarımıza ve orman köylülerimize değil hepimize büyük görevler düşüyor. Yapılan onca uyarıya, alınan onca önleme ve konulan yasaklara rağmen ormanlarımız yanıp kül oluyorsa hepimiz oturup bir düşünmeli ve şu sorunun cevabını aramalıyız “Neden?”

Her birimiz bahçemizde boynu bükülen bir gülün veya bir çiçeğin bile üzüntüsünü yaşarken hepimizin ortak malı ve milli varlığımız olan, sadece gözümüzün pasını alan değil aynı zamanda ekonomimize de çok önemli katkılar yapan ormanlık alanlarımızın korunması konusunda galiba her birimize çok ciddi sorumluluklar düşüyor.

Örneğin “Ormanlık alanlara giriş yasak” denildiğinde kendimiz girmediğimiz gibi başkalarının girmesine de izin vermemek adına uyarmak, yetkilileri haberdar etmek gibi sorumluluklar almalıyız. Yeterli mi? Bu da yeterli değil… Özellikle çevrecilik artık hayatımızın bir parçası olmalı. Nasıl derseniz rastgele doğaya attığımız bir şişenin, ya da poşetin aşırı sıcaklarda mercek etkisi yapıp kurumuş orman bitkilerini tutuşturabileceğini düşünmeliyiz. Sadece kendimiz değil, piknik alanlarında, yoldan geçerken menfezlere, yol kenarlarına şişe, poşet benzeri şeyleri bırakılmasına da izin vermemeliyiz. Hatta öyle ki vaktimiz var bu tip yerlerin temizlenmesi konusunda öncülük ve rol modellik de yapabilmeliyiz. Çünkü bu ülkenin varlıkları hepimizin ortak değeridir.

Özetle, uyarmalıyız, uyandırmalıyız. Çünkü yarın çok geç olabilir…