Bazıları yemek yemenin mutlulukla bir ilgisi olduğunu söyler. Fakat ben mutsuzlukla ilgisi olduğunu düşünenlerdenim. İnsanın yemeğe kendini vermesinde başlıca neden bence mutsuzluk..
Biten duygusal bir ilişkinin ardından bu acıyla baş etmenin yolu herkese göre farklıdır. Bazıları hayatına hiç es vermeden tam hızıyla devam eder. Hatta yeni hobiler ve uğraş alanlarına yönelir. Bazıları ise kendini ucu bucağı olmayan derin bir depresyona sürükleyerek bunalım haline girer. Bazıları ise kendini yeme-içmeye verir. En tehlikeli ve ucu bucağı görülmeyen kısmı da budur. Çünkü kendini yeme bozukluğu olarak gösterir. Birçok çeşidi olan yeme bozukluğunun günümüzde en çok rastlanan türüne duygusal açlık denir.
Duygusal açlık, kişinin o an fizyolojik olarak gereksinim duymamasına rağmen yemesine neden olan bir durumu ifade eder. Acıkılmadığı ya da ihtiyaç olmadığı halde yemek yenmesi durumu, duyguları bastırmak ve yatıştırmak için ortaya çıkabilir.
Bu duygulara engel olamayarak yemek yedikten sonra suçluluk da hisseden kişilerde ise aşırı yeme döngüsü ve kilo alımı gibi olumsuz sorunlar oluşabilir. Bunun yanı sıra iş ve sosyal yaşamdaki kaygılar gibi negatif duyguların yanı sıra çeşitli kutlamalar, buluşmalar, kendini ödüllendirme gibi pozitif duygularda duygusal açlığa neden olabiliyor.
İnsanlar ilişki içerisinde düzenli bir hayattan dolayı kilo alabiliyorken, ayrılık sonrasında o boşluk hissini doldurmak istercesine yeme-içmeye kendilerini daha çok verdiklerinden dolayı alıyorlar.
Osho’nun ‘‘Yemeğe duyulan saplantı bir sevgi ihtiyacıdır. Yeterince sevilmiyorsan daha fazla yersin’’ dediği gibi. Seviyor ve seviliyorsanız daha az yersiniz. Ne zaman biri size âşık olsa fazla yiyemezsiniz. Aşk sizi öyle doldurur ki, boş hissetmezsiniz. Sevilmiyorsanız boş hissedersiniz ve içinizi bir şeylerle doldurmak istersiniz işte duygusal açlığın temeli de tam olarak böyle bir boşluktan geçer.
Herkese iyi günler..