Arabeskin bir damarı daha koptu.
Güllü…
Yaşarken kıymetini bilmediklerimizden oldu…
Öldükten sonra anladık.
Halbuki ne kıymetli bir sesmiş.
“Dışarda yağmur var, aldırmıyorum” dedi.
“Masamda resmin var, kaldırmıyorum” dedi.
“Sevdiğin şarkıyı çaldırmıyorum” dedi.
“Duyacaksın diye ödüm kopuyor” dedi.

Gitti…

Gitti ama acısını damara bağlayanların terapisi oldu.

O yaralı sesiyle yaraları aynı kıldı.
Bir otobüs camında ağlayan gözlerin fon müziği oldu kimi zaman…

Kimi zaman terk edilenin iç çekişi, gidenin ardında bıraktığı boşluk oldu.
Acının da bir zarafeti olabileceğini öğretti.
Şarkılarında biriken hüzün sesinde yankılandı.

Arabesk yoksulların müziği oldu.

Zenginler küçümsedi ama gizli gizli de dinledi.

Kırık dökük aşkların, kavuşulamayan sevdaların, yoksulluğun, gururun sesine yoksullar sahip çıktı…
Ve Güllü işte tam da orada durdu.
Yalnızlığı seslendirdi, utancı örtmedi, eksikleri gizlemedi.

Sessizce gitti.
Bazı sesler susar ama ölmez.

O da ölmedi.

Şarkıları dilimizde, hafızamızda, anımızda.
Hala bizim en yaralı yerimizde çalmaya devam ediyor.


Bir taksi şoförünün camından dışarıya süzülen seste hâlâ onun izi var.

Bir fabrika işçisi serviste eve doğru ilerken onu dinliyor.

Bir kadın sessizce ağlarken, o eşlik ediyor.

O gitti ama…

Her dinlediğimizde içimizden bir yerden usulca bir koku yayılıyor…

Kırık bir gül kokusu gibi…
Dalından koptu belki ama hâlâ taze, hâlâ güzel…

Ve şöyle diyor:

Ben böyle değildim inan eskiden
Ürpermezdim böyle ayak sesinden
Belki dönüp bana, beni yeniden
Seveceksin diye ödüm kopuyor
Seveceksin diye ödüm kopuyor”

Kuantum Özge der ki:

“Kırık güldün bugün, yarın kahkaha atarsın belki.”