Batılı ülkeler dışında ilk somut ve özgün kadın hareketi, Türkiye Cumhuriyeti’nin bu kuruluş aşamasında ortaya çıktı. İslâm ülkeleri içinde kadınların ilk uyanışlarını temsil eden Osmanlı kadın dernekleri, toplumsal yaşamda kadın haklarını elde etmek için çalışma yaparlar. Kadının da toplumsal yaşamda statüsü olmasını isterler. Kısacası, tarihler 2920 yılları gösterdiğinde dünya ve Türkiye birçok toplumsal sorun ve savaşlarla mücadele ederken, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte kadınları statüsü ve konumları da büyük tartışma konusu oluyor. Kadınların mücadeleleri birbirini izler.

YENİ BİR İNSAN YARATMAK

Kadın hakları ile de ilgili başvuracağımız kaynak, Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’tür. Atatürk’e göre, ülkeler çeşitlidir. Fakat uygarlık birdir. Bir ulusun yükselmesi içinde bu biricik uygarlığa katılması gereklidir. Atatürk, ortaçağ düşüncesi yapısından ve yaşam biçiminden çıkmış yeni bir insan ortaya çıkarmak için hayatı boyunca çalıştı, mücadele etti. Atatürk’e göre bu ayrıca ‘adam’ olmakta demekti.

DEVLET ELİYLE

Toplumca çağdaşlaşmak için Atatürk, toplumun yarısı konumundaki kadınlar içinde, devlet eliyle yasal düzenlemeler yaptı. İşte, ilk başta çıkarılan Medeni Kanun bunun en somut göstergesidir. Erkeklerimiz için Atatürk’ün “adam” olmak, bütünüyle Ortaçağ düşünce yapısından çıkarak, çağdaş ve uygar olmak demekse, kadın için de bu ilkeyi ve “yeni insan” tanımını geçerli kıldı.

CUMHURİYET FAKTÖRÜ

Batı’da başlamış olan, kadın-erkek eşitliği savaşımına, geç de olsa Türk kadınları da katılmaya Cumhuriyet ile birlikte katılmaya başladı. Kadınların erkekler tarafından sömürüldüğünü düşünen Batılı kadınlar, çoktan harekete geçmişlerdi. Erkeklerden de destek alıyorlardı. 19.yüzyılın en önemli düşünürleri, insanın insanı sömürmesinin kökeninde erkeğin kadını sömürmesi olduğunu açıklamıştı. Yine toplumcu düşünürler, ilk insan sömürüsünün kadınla erkek arasındaki ilk iş bölümünden çıktığını da savunmaktaydılar. Kadının erkekle sosyal yaşamda eşit haklara sahip olabilme savaşımı Fransız Devrimi’nden günümüze dek uzanan bir süreçtir ve bugünlere dek uzanır.

TÜRKİYE’YE ULAŞTI

Batı’daki Aydınlanma dönemiyle iç içe gelişen kadın hareketinin, Fransız ve Rus devrimlerinden esinlenen, emperyalizmden kurtuluş ve Cumhuriyetimizin kuruluşunda, Türkiye’ye ulaşması elbette kaçınılmazdı. O dönemde batılı kadının gündeminde olan siyasal hak savaşımı, Türk kadınlarının programında yer almaz. Çünkü Osmanlı kadını henüz ev içinden sosyal yaşama dahi çıkamamıştır.

KURTULUŞLA BİRLİKTE

Türk kadını, 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı yıllarında dünya kadınlarının yanı sıra savaşım verdiği kadın haklarını, ‘erkeğin tekelindeki’ insan haklarının içinde eritir ve erkeğiyle omuz omuza savaşarak ona en büyük desteği verir. Ama Türk kadınları, dünyadaki hemcinsleri arasında belki de en şanslı konuma sahip olanlardır. Çünkü onların istekleri başka hiçbir ülke kadınına elvermeyecek biçimde bizzat Cumhuriyet’in kurucusu Atatürk tarafından verilir. Atatürk kadın hakları konusunda ilk olarak kurduğu meclisteki erkekleri ikna eder. Her şeyi adım adım yapar. Devrimlerin içine kadın haklarını da büyük bir ustalıkla ekler.

KADIN DOKTOR YOKTU

Atatürk, kadın için her mesleği de teşvik etti. 1928’e kadar ülkede kadın doktor yoktu. İki tane kadın mühendis vardı. Türk kadını önce Atatürk ve Cumhuriyete çok şey borçludur. Ancak, Kurtuluş savaşında cephede ve sonrasında Cumhuriyet devrimlerinin oluşmasında, erkekler ile eşit olduğunu ispatlamıştır. Cumhuriyet Türk kadının omuzlarında yükselmişti.

GÜNÜMÜZ DÜNYASI

Dünyanın bugünkü durumuna baktığımız da ise, günümüzde emperyalizmin
engelleyici girişimleriyle kadın hareketinin anlamını yitirdiğini düşünüyorum. Emperyalizm kadın-erkek ilişkilerini çıkmaza sürüklüyor. Özgürlük masalları ile kadınların toplumsal konumlarını yozlaştırıyor. Bugün, Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün Türk kadınını erkeğin ortağı, arkadaşı, yardımcısı ve desteği yapmak çabaların nerelerde takılıp kaldığını çok iyi görmek gerekiyor. Erkek olsun, kadın olsun Cumhuriyete bağlı kuşakları, çağdaşlıktan uzak kalmamak için iyi yetiştirmeliyiz. Eskişehir’in bu konuda da Türkiye’ye örnek olduğunu unutmayalım.