Türkiye’de ortalama her 5 yılda bir yaşanan ekonomik kriz bu defa tahminlerin ötesinde uzun sürdü. Bir zamanların meşhur sözü haline gelen “Hazine 5 sente muhtaç” tekerlemesi bir tarafa her dönemde olduğu gibi yine fatura dar ve sabit gelirli milyonlara kesildi. Önce ücretler makaslandı, sonra… İşte o sonrayı söylemeyelim.
Milyonlarca asgari ücretli ile asgari ücretin yarısı kadar bir maaşa talim etmek zorunda kalan yine milyonlarca emekli dul ve yetimi gerçekten çok zor durumda. Peki, bu durum kimin umurunda? Yüksek enflasyonu “memur maaşları ile emekli maaşlarına yapılan zamma” bağlayan bir ekonomi yönetimi, üretimin önündeki engelleri kaldırmak yerine emeği ile üreten ve geçimini buradan sağlayan milyonlarca tarım emekçisini de yeni vergi düzenlemeleri ile” üretimden vazgeçme” noktasına getirdi ve getirmeye devam ediyor. Ne tahıl, ne çay, ne de fındık üreticisi açıklanan taban fiyatlardan mutlu değil.
Vergide adaleti sağlamayı ve vergiyi tabana yaymayı düşünen ekonomi yönetimi ne yazık ki gözünü 10 Bin TL maaşa mahkum ettiği emekli ile 17 bin TL asgari ücretle geçim mucizesine imza atan garibanın cebine çevirmiş görünüyor. Öte yandan kamu emekçilerini bu kapsamın içinde saymıyorum bile. İnsanların yaşamlarını sürdürebilmeleri için alışveriş yapmak zorunda oldukları pazar ve market fiyatlarını düşürmenin yolunu dar ve sabit gelirli kesimlerin harcamalarına engel getirerek sağlamaya çalışan ekonomi yönetiminin sadece garibanın kemerini sıkması kabul edilebilir şey değil. Geçtiğimiz günlerde gördüğüm ve halen Türk-İş’e bağlı sendikaların şubelerinin önüne asılan dev pankartlardaki , “az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi” çağrısının aksine gelir sadece gelir düzeyi minimal kesimlerin sırtına yüklenen kambur her geçen ağırlaşırken, özellikle üst düzey gelir guruplarına yönelik olarak sessiz kalınması kabul edilebilir şey değil.
Şimdi bu kadar lafı dolandırıp durma diyebilirsiniz. “Kiracı ile ev sahibi ile bu anlattıklarının ne alakası var?” diye de sorabilirsiniz. Şimdi hayat şartları bu kadar ağırlaşmışken hayatı çekilmez hale getiren bir başka konu kira meselesi. Ülkede herkes ev sahibi değil, herkesin de birden çok evi yok. Kira baronları var elbette. Onları konumuzun dışında tutarak şöyle anlatmaya çalışayım. Dişinden tırnağından arttırıp kendisine ek gelir olsun diye ekstra bir ev sahibi daha olan birisinin kiraya verdiği evden söz ediyorum. Yüksek enflasyonun yaşandığı dönemler en çok kiracı ve ev sahibi için büyük sıkıntı kaynağı olmayı sürdürüyor. Son iki yıldır kira artış oranları yüzde 25 ile sınırlandırılmış olmasına rağmen masum ve mağdur ev sahipleri için uygulanabilmiş bir üst sınır olmadı. Yani evine sadece yüzde 25’lik bir kira artışı yapan ev sahiplerine tanıklık etmiş değiliz. Elbette bunun istisnaları vardır ama ne yazık ki acı gerçek bu. Kiracı açısından baktığınızda gerçekten çok büyük bir sıkıntı, ev sahipleri açısından baktığınızda da ciddi sıkıntılı bir durumdan söz ediyorum. Neticede iki yıldır uygulanması için yasal düzenleme bile yapılan yüzde 25’lik artış sınırı bugün itibariyle tarih oldu. Yani bundan sonra ev sahipleri kiralarını Tüketici Fiyat endeksi dediğimiz herkesin kısa adıyla TÜFE diye bildikleri oranda arttırabilecekler. Tabii ki TÜFE ile sınırlı kalırlarsa..
Yıllarca kiralarda oturmuş birisi olarak söylüyorum. Zaten yüzde25’lık oran uygulanamıyordu veya uygulanmıyordu, şimdi TÜFE’de tam anlamıyla uygulanamayacak. Yani iş yine kiracı ile ev sahibi arasındaki anlaşmaya kalacak. Elbette konu yargıya intikal ettiğinde sınırlar belki uygulanabilir hale gelebilecek ama bu defada insanlar hem kirada hem de evlerinde huzurla oturamayacak olduktan sonra gerçekten sorun çözülmüş olmuyor. Sorunun çözümü ekonominin stabil ve sürdürülebilir bir konuma gelmesinden geçiyor.