İstanbul merkezli depremlerin ardından toplumda ve yönetimlerde yaşanan panik havası yerini yeniden iyimser(!) bir rehavet havasına bırakmış görünüyor. Şimdi herkesin tartışma konusu “terör örgütü” nün silah bırakma hikayesi… 17 Ağustos 1999 ve 6 Şubat depremlerinde yaşadığımız büyük acılar ve çaresizlikler üzerinden hala sağlıklı bir ders çıkarmadığımız anlaşılıyor.
Depreme hazırlık yapıyoruz demek, “arama kurtarma ekiplerini güçlendirmek, toplanma alanlarını belirlemek, ceset torbası hazırlamak” tan ibaret görmekten ne zaman vazgeçeceğiz? Yahu bu ülkenin dönüştürülmesi gereken milyonlarca konutu varken, yaşadığımız büyük yıkımların ardından ödediğimiz büyük bedellerden niye ders almayız?
Hala büyük acılar üzerinden siyasi rant elde etme çabalarını ben şahsen ayıplıyorum. İktidarı ile muhalefetiyle bu ülkenin de bu şehrinde işbirliğine ihtiyacı var. Evet yapılan 250 bin konutla övünelim ama yıkılacak yine yüz binlerce konutla yaşayabileceğimiz travmayı ülkenin gerçekten bir beka meselesini de ıskalamayalım.
Siyaset yapın. Kimse size siyaset yapmayın demiyor. Ama sorunların çözümü içinde birbirinizi eleştirmekten vazgeçip işbirliği imkanlarını da arayın. Bana bir şey olmaz, ben canımı kurtarırım mantığı hiç de doğru bir şey değil. Enkazın altında sadece AK Partililer, Milliyetçi Hareket Partililer, CHP’liler kalmıyor. Enkazın altında 86 milyon vatandaş kalıyor. Zira bugün yaşadığımız ekonomik zorlukların önemli bir bölümü yanlış ekonomik politikaların uygulamasından kaynaklanıyorsa, bir bölümü de 13 milyon vatandaşı etkileyen ve yüz binlerce konutun yıkılmasından doğan zararlardan da kaynaklanıyor. Yaşadığımız 53 binden fazla can kaybını anlatmaya kelimeler yetmez.
Şimdi eğri oturup doğru konuşma zamanı ve yine “Cambaza bak” hikayeleri ile vakit kaybediyoruz. Ülkenin çok zorlu bir siyasal süreçten geçtiğini görüyoruz. Muhaliflerin cezaevinde olduğu, perde arkası bilinmeyenler ile dolu “Terörsüz Türkiye!” güzellemelerinin gölgesinde deprem gerçeğini ne yazık ki yine unuttuk. Belki de unutturuldu.
Sürekli olarak karşılıklı topu taca atmalar yüzünden maçın sonu bir türlü gelmiyor. İktidar elini kolunu bağlamaya çalıştığı ve silkelediği muhalif belediyeleri vatandaşa hedef gösterirken, belediyelerde ne yazık ki hizmet odaklı değil, siyaset odaklı etkinlikleri ile ön plana çıkmayı sürdürüyorlar.
Yarının bize bir faydası yok. Yarına dair bir beklenti içerisinde değiliz. Tıpkı Ağustos böceği gibi herkes saz çalıyor. İşi yapmaya gelince “Kim yapsın?” sorusunun cevabı aranıyor. Şimdi diyorum ki, “gözünüzü açın!” ve uyarılara kulak verin. Yarın Allah korusun yaşanabilecek bir olumsuzluktan sonra ah-vah etmenin kimseye bir faydasının olmadığını geçmişte yaşadık. Geçtiğimiz günlerde yine bu sütunlarda yazdım. Şili’de 7.4 büyüklüğündeki bir depremde birkaç çatlak dışında kimsenin burnu kanamadıysa bizim memlekette niye binlerce insan can veriyor?
Çünkü herkes Ağustos Böceği olmayı tercih ediyor, karınca olmaya kimse talip değil. Herkes saz çalar, kimi iyi çalar, kimi kötü çalar. Kimisinin ritmi kulağa hoş gelir, kimisi de benim gibi notaları katlederek çalar. Sonuçta bir hazırlık yapmaya gelince kimse karınca olmayı tercih etmiyor… Yazık ki yine deprem gerçeğini unuttuk, ne yazık ki hiç ama hiç aklımız başımıza gelmeyecek.Sadece yaşadıklarımızdan yeterli dersleri çıkarsak yetecek de..