Geçtiğimiz yılın Ağustos ayında bir grup arkadaşım ile Bulgaristan’ı ziyarete gittiğimde, akşam yemeğini Nazım Hikmet gibi Varna’da denize sıfır bir restoranda yemiştik. Bulgaristan da yemeklerde salata yemek önemlidir. Masada kişi başına büyük bir tabak içinde dilimlenmiş bir domates ve yanında yeşillik üzerine de rendelenmiş peynir ile servis edilince, Bulgaristan’a ilk kez gidenler, “Bu kaç kişilik” diye sormuşlardı. Tek kişilik olduğunu öğrendiklerinde ise, sabahleyin bu domateslerden alıp Eskişehir’e getirme kararı almışlardı. Ertesi sabah arkadaşlar henüz uyurken, çarşıya çıktım ve en iyi domates satan satıcıyı buldum. Satıcı domateslerin sabah O5.00 de Antalya’dan geldiğini söyleyince, birlikte gittiğim arkadaşlar, şaşırarak, domates almaktan vazgeçtiler. Ülkenin değerini bir kez daha hatırladılar.

Önceki gün Bulgaristan ile sıkı bağları olan çifte vatandaş Eskişehir’de yaşayan bir hemşerimiz, Bulgaristan’da pazarda satılan kuru soğan fotoğrafları atarak, Bulgaristan’da satılan kuru soğanın fiyatını Türk lirasına çevirince, kilosunun 32 liraya geldiği görülüyor. Bulgaristan’da yaşayanlar, Bulgaristan vatandaşlarının Edirne’ye alış veriş yapmaya gelmeleri ve akşam yemeklerini Edirne’de yemeleri Türkiye’yi ucuz buldukları içindir. Krizlerden Edirne’nin etkilenmemesinin de nedeni budur.

Yaptığımız edebiyat yanlış

Ülkemizde 1960 yılında ortaya atılan kalkınma planı yapalım. Plana göre kalkınalım söylemlerine başka partiler karşı çıkmıştı. Bu partiler, “Plan istemiyoruz. Pilav yemek istiyoruz” diye seçim kampanyaları yürütmüştü. Atatürk’ün ölümünden sonra ülke zaten adım adım yeniden dışa bağımlı hale gelmiş. Planlı ve devletçi anlayış, batı tekellerine devredilmişti. Yani, şimdi piyasayı veya ekonomiyi ürünler ile açıklamaya çalışma yerine, planlı ekonomiyi savunmalıyız. Yani devlet ihtiyaçları belirleyerek, üreticiye yanı çiftçiye ne ekmesi gerektiğini bir yıl önceden açıklamalıdır. Bir yıl bulunamayan, patates veya soğan bir yıl sonra çöpe dökülüyor. Ürettiklerimiz, Rusya ve İran başta olmak üzere, diğer komşularımıza satarız. Ülke içinde tüketiriz. Önemli olan kuru edebiyat yerine, planlı ve programlı üretim modeline geçmektir.

TARİH TEKERRÜR ETMESİN

Bunlar aklıma nereden geldi. Eskişehir sokaklarda yerli üretim Togg’u gördüm. Eskişehirliler, Togg ile fotograf çektirmek için birbiri ile yarıştı. Geçtiğimiz günlerde, bazı kişiler sosyal medyadan Togg’un İtalya’dan tırlarla geldiğini söylemişti. Tabii ki, böyle bir şey yok. 1961 yılında Devrim’e yapılmak istenenin bugün aynısı yapılmak isteniyor. 1961 yılına damgasını vuran tartışma, yerli otomobil konusudur. Tıpkı bugün olduğu gibi “Türkiye’de otomobil üretilemez” diyen bir lobi iş vardır. Mart 1961’de Makine Mühendisleri Odası Başkanı Şükrü Er şunları yazmış: “Tartışmanın bir tarafında yaparız diyen müteşebbisler, diğer tarafında yapamazsınız diyen birkaç ithalatçı ve politikacı yer almış durumda. Birinciler bilgiye, üniversiteye sığınıyorlar, basın toplantılarını orada yapıyorlar. İkinciler paraya sığınıyorlar, Hilton’da Rotary Kulüp’te basın toplantısı yapıyorlar.” Şükrü Er’in konuşmasının ipuçları bizi Ocak 1961’e götürüyor. Otomotiv ithalatçıları Hilton’da yaptıkları bir basın toplantısında “Türkiye’de otomobil imalatının kesinlikle mümkün olmadığını” söylüyor. O yıl itibarı ile ithalatçıların bu işten elde ettikleri yıllık kar bir milyar lirayı buluyor. Üstelik içlerinden bazı firmalar, yabancı şirketlerle ortak montaj hatları kurmak için işe koyulmuşlar bile. Yerli otomobil, büyük paralar kazanma hevesinde olan bu şirketlerin işine gelmiyor. Devlet, 15 Mayıs 1961 tarihinde bir “Otomobil Kongresi” topluyor. Cemal Gürsel’in açılış konuşmasındaki “Türkiye’de otomobil üretilecektir” sözleri imalat karşıtı lobinin faaliyetlerini hızlandırıyor. İthalatçılar, “Türkiye’de otomobil üretilemez” tezini savunan bir kitapçık yayınlıyorlar. Ama bundan önce, çok daha önemli bir işi, basını kendi yanlarına çekmeyi başarıyorlar. Benzer lobi bugünde yaşamını sürdürmeye çalışıyor.

Türkiye’nin elektrik otomobil konusunda dünyada öncü rolü üstlenmesi gerekiyor. Bu konu da Çin ile yarışmalıyız. Çin, elektrikli araçların üretimi ve kullanımı konusunda dünyada öncü konumda bulunuyor. Dünyada bulunan en büyük 25 elektrikli araç markasının 13’ü Çinli şirketlere aittir. 2021 yılı itibarıyla dünyada toplam elektrikli araç sayısı (hibritler dâhil) 16 milyona yakındır. Çin’de 8 milyon, AB’de 5.5 milyon, ABD’de 2 milyon civarında elektrikli araç bulunuyor. Dünya elektrikli araç stoku son 3 yılda 3 katına çıktı. 2022 yılı itibarıyla dünyada bulunan araçların yüzde 1.4’ü elektriklidir. Dünya elektrikli araç pazarında ülkelere göre dağılım şöyle; Çin yüzde 2.6, AB yüzde 2.3, İngiltere yüzde 2.1, ABD yüzde 0.9. 2022 yılı dünya elektrikli araç satış rakamları; Çin 5.9 milyon, AB 2.6 milyon, ABD 918 bin, İngiltere 368 bin. Türkiye’nin elektrikli satış hedefi olan yıllık 170 bine ulaşıldığında Türkiye elektrikli araç satışlarında dünya sıralamasında ilk beş içinde yer alabilir.Togg’un , 2023 yılında çekilişle teslim edilecek araç sayısını 20 bin olarak açıklandı. Togg’a gelen talep çok yüksek olduğu görülüyor. Halen sipariş adedi 177 bine ulaşmış bulunuyor. Togg CEO’su Gürcan Karakaş’ın açıklamasına göre uzun vadede üretim yıllık 175 bin adet olacak ve 18 ay sonra ihracata başlanacak. Milli ve bağımsız bir ekonomi için atılan her adımda olduğu gibi Togg’un üretim süreci sürekli kara propaganda ile karalanmaya çalışıldı. Togg’u sadece bir otomobil markası olarak görmek ve bununla sınırlamak hatadır. Togg yeni gelişen bir sektörde atılan önemli ve tarihi bir adımdır. Togg’u siyaset üstü düşünmeliyiz. Yoksa, ülkemiz gelişemez. Önce plan yapalım. Sonra pilava kaşık sallayalım.