Sorunun cevabını herkes biliyor. Eskişehir gerçek anlamda kuraklık tehdidi altında. Şaka gibi kimse ciddiye almıyor ama ne yazık ki su kaynaklarımız birer birer SOS veriyor. Porsuk zaten can çekişiyor, umudumuz ve beklentimiz Sakaryabaşı ‘nın halini arkadaşlarımız geçtiğimiz gün ortaya koyan bir haberi gazetemizde ve sitemizde servis ettiler. Konuyla ilgili olarak bizzat Genel Koordinatörümüz İlker Gökce’de köşe yazısında olan biteni yalın ifadeler ile anlattı.

Eskiden Eskişehir için “Bozkırın ortasında bir Vaha” benzetmesi yapılırdı. Birkaç kez yazdım Eskişehir son yıllarda yeterli yağışı almıyor. Meteorolojik verilerle de bunları ispat etmek mümkün. Sonbahar ve İlkbahar yağmurlarını eskisi kadar görmek mümkün değil. Kar yağışı şöyle böyle nerede ise birkaç yıldır hiç yok diyebiliriz. Buğdaylarımız eskisi gibi başak vermiyor, sebze ve meyve bahçelerimiz eskisi kadar şen şakrak değil. O çok öğündüğümüz Kalabak suyumuzun bile tadı bozulmaya başladı. “Bad-el harab-ül Basra” yani “Basra harap olduktan sonra” alınacak tedbirlerin hiç birisi kar etmeyecektir.

Geçtiğimiz günlerde Kütahya’ya gittim. Giderken Porsuk Barajı’nda gördüğüm manzara gerçekten içler acısıydı. Daha önce sular altında kalan ve taşınan köy evleri, camiler ve minarelerin olduğu yerde yeni bir hayat kurulabilir( ama susuz ve yeşilsiz) hale gelmiş. Yani Porsuk barajı çekildikçe çekilmiş, su kaynağı daraldıkça daralmış. O tatlı su balıkçılığı yapan teknelerin suya uzaklığı birkaç kilometreye çıkmış. Orada dinlenme tesisleri kuranların manzaraları bozulmuş, müşterileri azalmış. Orada balık ızgara satanlar tezgahlarına sucuk köfte koyar hale gelmiş. Özetle Porsuk Barajı can çekişiyor. Zaten Sakaryabaşı’nın hali de son iki yıldır aynı orada da kurbağalar yaşayabilmek için direniyorlar… Yani “Bad-el harab-ül Basra” olmuş haberimiz yok.

Deniliyor ki, “Durumu inceliyoruz, tedbir alınması için gereğini yapacağız!” Ben de diyorum ki, “Dün yapmadınız, bugün de yaptığınız bir şey yok, ne zaman?” Göz göre göre yaşadığımız bu afetin altından nasıl kalkarız bilemem. Ama bildiğim bir şey var ki bugün bozulan yağış rejiminin sebep olduğu tahribatın düzelmesi için en az 50 yıllık bir mücadele gerek. Bu kadar uzun soluklu mücadeleyi nasıl sürdüreceğiz?

Hani derler ki, “Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan bellidir!” Biz aslında geçtiğimiz yıl belki de Eskişehir’de ilk kez Ziraat Odası Eskişehir Şube Başkanı Selma Güder ile bir söyleşi gerçekleştirmiştik. O söyleşide kuraklık tehlikesi ve tehdidi konusunda başkan Güder çarpıcı açıklamalar yapmıştı. Kuraklık anlamında yaşayabileceğimiz felaketlere o günlerde de dikkat çekmiştik. O günlerde ne yapıldı? Kim ne ses verdi? Bu soruların cevapları yok. Sadece tasarrufu yaparak sorunu çözebilir miyiz? Elbette tasarruf çözümün bir parçasıdır ama tamamı değildir. O halde bu konunun üzerine siyasetçisi, iktidarı, muhalefet, bürokrasisi, sivil toplum kuruluşları hep birlikte gitmeliyiz.

Bu arada yanan ormanlara birde şimdilerde Eskişehir’i maden çöplüğü olarak gören anlayış var ya işte o zihniyete dur diyerek Eskişehir’de bir şeyleri düzeltmeye başlayabiliriz. Altın için sayısını bilemeyeceğimiz kadar ağacın kesilmesine yol açacak ve bir gram altın için zaten sıkıntıda olan Eskişehir su kaynaklarından 1 tona yakın su tüketecek olan o işletmelere dur diyebiliriz. Eğer birileri buna samimiyetle onay verirse o zaman gerçekten birilerinin Eskişehir için harekete geçtiğine inanabiliriz.

Yoksa gerçekten “Basra harap olduktan sonra” pişmanlığın fayda etmeyeceğini belki biz görmeyeceğiz ama görenlerin bizleri hayır dua ile anacaklarını hiç ama hiç sanmıyorum.