Geçtiğimiz günlerde eczacımı uyardı. Ağbi:” Uyuz vakaları arttı. İlaç yetişmiyor” dedi. Hayatımız biraz mantar olduğu için, ilk önce eczacımızın abarttığını zannettim. Ama, sonra olayı doktorlarda doğrulayınca, uyuz vakalarının arttığına inandım. Türk Tabipler Birliği’de uyuz hastalığı ile bitin yaygınlaştığını söyledi. Bit işini duyunca aklıma Pargalı geldi. Tarihte Pargalının hayatını ilk etapta bitlenmesi kurtarıyor. Sonra da hayatı trajik biçimde sona eriyor.

Eczacımıza artışın nedenini sordum. Mülteciler, Suriyeliler’den kaynaklandığını söyledi. Tiki olan arkadaşlar, bu haberleri alınca kaşınmaya başladılar. Türkiye’ye 2 milyona yakın mülteci akını olunca, çiçek, uyuz gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin kökünü kazıdığı hastalıklar ortalığa çıkmaya başladı. Sağlık Bakanlığımız mecburen bu işle de yakından ilgileniyor. Yeni müdür Yaşar Bildirici’de bu işlerle uğraşacak. Uzmanlar, mülteci akını dışında, depremin yarattığı hareketliliğinde uyuz ve bit hastalığı artışında etkili olduğunu söylüyorlar. Yani, olumsuzluk birbirini tetikliyor .Uzmanlar, geceleri çok kaşınanın doktora gecikmeden başvurmasını salık veriyorlar.

HAYAT TARZLARI DEĞİŞİK
Bende Eskişehir’de birkaç mültecinin evine bu akın başladıktan sonra gittim. Yaşantıları bizden çok farklıdır. Hijyen kurallarının zayıf olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Özellikle Suriye ve Afganistanlılar hijyene dikkat etmiyor. Mesela İranlıların çok farklı olduğunu gözlemledim. Sonuç, itibarıyla uyuz ve bitlenme olaylarında yüzde 40’lık bir artış meydana geldiği görülüyor. Mesela bizim mahallede bir Suriyeli yaşıyor. Bizim mahalle Odunpazarı’nın göbeğinde bir mahalledir. Yani, turizmin merkezidir. Suriyeli ailenin evini hemen bulabilirsiniz. Çünkü çöplerini pencereden dışarıya atıyorlar. Evin önü çöplük gibi oldu. Yani, bit ve uyuz kapımıza gelmiş bulunuyor. Turistlere bir şey olursa ben bilemem. Kış mevsiminde uyuz ve bit de artacaktır.

NEREMİZ DOĞRU Kİ
Şimdi okurlarımızın büyük çoğunluğu, deve hikâyesini hatırlayarak,” Deveye sormuşlar, neremiz doğru ki “ diyebilir. Enflasyonun yükseldiğini artan hayat pahalığından anlıyoruz.

Yakınılan 3 harfli marketlerde bile 5 litrelik pet şişenin fiyatı 15 TL’yi geçmiştir. 1 Litre su ise her yerde 3 TL’den aşağıya satılmıyor. Ülkemizde yaşayanlar hayat pahalılığı karşısında, sivil anayasa, tahıl koridoru gibi olaylara kafa yormuyor. İktisatta da kural vardır. Önce karnın doyacak. Sonra da güvenlik gelir. İnsanın önceliği ikisidir.

Devlet Planlama Teşkilatı'nın eski uzmanlarından, iktisatçı Zafer Yükseler ekonomide 2009-2022 dönemini inceleyen bir çalışmaya imza attı. İktisatçı Yükseler, hane halkının payında düşüş gözlendiğini söylüyor. Yükseler’e göre, çiftçiler ile kendi nam ve hesabına çalışanların gelirlerindeki düşüş, hane halkının üretim değeri içindeki payının gerilemesine yol açtığını söylüyor. Ve de şunu söylüyor:” Salgının neden olduğu vergi kayıpları ve transfer harcamalarındaki artışta genel devlet harcanabilir gelirinde düşüşe neden olmuştur”. Kısacası, ortadirek, çalışan, üreten kesim ile birlikte devletin geliri de düşüyor. İnsanlar tasarrufta yapıyor.

Bir anlamda sağlık açısından uyuz olabileceğimiz, bitlenebileceğimiz gibi, ekonomik olarak da uyuz olabiliriz. Bitlenemeyiz. Halk arasındaki ekonomik olarak iyi durma gelen insanlara ‘bitlendi’ tabiri kullanılır.

Peki, ne olacak? Aslında yaşam bize Küçük Amerika sürecindeki politikalarımızdan vazgeçmemizi öneriyor. Daha doğrusu dayatıyor. Kurtuluş Savaşından yokluk ile çıkan bir halkın, Atatürk’ün politikaları ile dünyaya meydan okuyan iki ülkeden biri olduğu herkes tarafından biliniyor. En Neoliberal ekonomistler bile bunu görüyor. Yol bellidir. Hayat giderek, bize Atatürk’ün rayına tekrar girmemizi öğütlüyor. Başkaca çare görülmüyor. Bu durumda 100. Yılda karşımızda duruyor. Değerlendireceğiz.