Şimdi size bugüne kadar duymadığınız bir tehlikeden söz etmek istiyorum. Hiç çekirge istilası diye bir şey duydunuz mu? Bizim çağdaşlarımızın köy kökenli olanları belki hikayelerini dinlemiştir. Daha önce dinlediğim bu hikayelerden hareketle “google amcaya” konuyu bir sorayım dedim ve karşıma kocaman bilgi yumağı geldi. BELLETEN Türk Tarih Kurumu’nu Nisan 2010 ‘da yayınlanan 269’uncu sayısında Ertan Gökmen imzasıyla yayınlanan yazıda şu görüşlere yer veriliyor, “ 1’inci Dünya Savaşı yılları arasında Batı Anadolu’da ve özellikle de Aydın vilayetinde hükûmeti, yerel yöneticileri ve ahâliyi hem maddî hem de manevî anlamda sıkıntıya sokan çekirge felaketi meydana gelmiştir. Verdikleri zararlar dolayısı ile uzun süreli kıtlıklara, değişik hastalıklara, göçlere neden olan ve devletin iktisadî yapısına büyük zararlar veren felaketlerden biri de çekirgelerden gelmiştir. Çekirgeler[3] , bol yağış alan, yüksek sıcaklığı olan, yumuşak alüvyonlu topraklarda ve çöl alanlarında önce larva, daha sonra yetişkin böcek olarak hızla çoğalırlar, belli yoğunluğa ulaştıklarında sürüler halinde yaşamaya başlarlar, sıcaklık ve rüzgâr etkisi ile göçmen sürüler halinde uzak mesafelere ulaşırlar. Yedi sekiz santim uzunluğundaki çekirgeler metre kareye iki yüz tane düşecek sayıya ulaşabilirler. Bu da kilometre karede iki yüz milyon çekirge demektir[4] . Bir çekirge yavrusu, günde kendi ağırlığı kadar besin yiyebilmektedir. Bir çekirge larva halinden erginliğe 3-3,5 ayda ulaşabilmektedir. Orta yaşlı yavruların meydana getirdiği sürülerin ağırlığının 250- 300 ton olduğu düşünülürse, bu, böyle bir sürünün günde 250-300 ton yiyecek tüketmesi demektir[5] . Bu durum, gerekli önlemler alınmadığı takdirde çekirge istilasına uğrayan bir yerde büyük kıtlık ve felaket demektir.”
“Yahu yazacak başka bir şey mi bulamadın durup dururken bu da nereden çıktı?” dediğinizi duyar gibiyim. Bu konuyu bilgi dağarcığımıza boş bir yükleme yapmak için yazmıyorum. Geçtiğimiz günlerde arkadaşımız Tuğba Aktay Ziraat Mühendisleri Odası Eskişehir Şube Başkanı Sayın Selma Güder’e giderek kuraklık üzerine bir haber yapmıştı. O haberde Sayın Güder bilgi verirken çöl tozlarından bahsetmiş. Çöl tozlarının aslında bitkiler için faydalı olduğuna dikkat çeken Güder Çöl tozlarının taşıdığı riskten de söz ediyor. O bölüm de şu cümleler dikkatimi çekti; “Çöl tozları aslında bitki, toprak, insan, sular ve doğa için çok faydalı. Ancak bunun bir dezavantajı var. Farklı şekillerde çekirge cinsleri var. İtalyan, çöl çekirgesi gibi. Çöl çekirgelerinin o toprak için verimli olan gerçekten verimli olan ama tabi onun da zamanı var. O çöl çekirgeleri onlarla yavaş yavaş taşınıp özellikle Akdeniz Bölgesi’ne geçmişte gelmiş. Çok büyük zararı olmuş. Bunun İç Anadolu’da da görülme olasılığı yüksek.” Güder bu salgın riskine karşılık bir de uyarıda bulunuyor, “Bu anlamda da bazı nematotların ve fungal hastalıkların artacağını, bu iklim olayları sebebiyle düşünüyoruz. Burada zirai mücadele, kimyasal mücadele dediğimiz ilaçların ön planda olduğu, bitki koruma ürünlerinin ön planda olduğu bir sürece girebiliriz. Çiftçiye birtakım destekler veriliyor ama bitki koruma ürünleri anlamında ilaç desteğinin de verilmesi gerekiyor.”
Şimdi siz bu yazdıklarımdan ne anladınız? Çekirgenin kaç kez sıçrayabileceğini sorgulamak ve onu mecaz anlamıyla kullanmak yerine şimdiden gereken önlemlerin alınması hem ürün kaybının önünü geçmek hem de sıçratmamak adına önemli olduğunu düşünüyorum. Yarın öbür gün Allah korusun böyle bir duruma hazırlıksız yakalanmak bugün yaşadığımız üretim yetersizliğinin üzerine tuz-biber eker haberiniz olsun. Önemli olan felaket yaşanmadan önlem almaktır, felaket yaşandıktan sonra hasar tespitinin bir anlamının olmadığını hepimiz gayet de iyi biliyoruz... Amacımız felaket tellallığı değil bilimsel veriler ışığında bir tehlikeye dikkat çekmektir.