Son günlerde iki kez aynı havayı soluduk. İkisi de Sakarya kaynaklı yangınların sadece dumanı değil külü de semalarımızı kapladı. Öyle bir yangın ki sadece dumanı ve bulutları değil külleri bile Eskişehir’e kadar ulaştı. Geçtiğimiz gün ofiste çalıştığımız sırada burnumuza gelen yanık kokusunun bir yerlerde yangın çıktığı hissi uyandırdığını biliyordum da, masamın üzerine çöken tozları dışarıda rüzgarın etkisiyle içeriye savrulduğunu düşünüyordum. Dışarı çıkınca ne gördüğümü anlatayım. Kesif bir yanık kokusu ve havada uçuşan küller. Eskişehir semalarındaki o kesif dumanın kokusunu insanın ciğerlerine dolunca insan bir tuhaf oluyor. Şöyle gökyüzüne baktım. Güneş adeta kızıla boyanmış, duman bulutunun arasından kurtulmak ister gibi puslu bir ışık saçıyor…
Havadaki duman ve külün sebep olduğu nefes darlığını düşünün. Sağlıklı insanları bile rahatsız edecek olan bu durumun hastalar üzerindeki etkisini düşündüm bir an. Ve kendi kendime “Neden?” sorusunu sordum. Külleri görünce Hababam sınıfındaki “Külyutmaz Necmi Hoca”nın repliklerini hatırladım. Keşke yaşadıklarımız Hababam Sınıfındaki Külyutmaz Necmi Hocanın replikleri kadar esprili olsaydı.
Ama durum hiçte öyle değildi. Emin olun benim yaşadıklarımı, hissettiklerimi sizlerde hissetmişinizdir. İklim krizi, değişiklikleri eyvallah da bu kadar üst üste yanan ormanlarımız için bir tesadüften bahsedilebilir mi? Yahu ciğerlerimiz yanıyor. Benim, senin, onun ciğeri önemli değil ülkenin akciğerleri yanıyor. Her yıl yangın sezonu başlamadan bir dizi önlemler alınır, hatta müdahalenin uygulamalı bölümleri medyaya anlatılırdı. Benim çocukluğumda böyle orman yangınlarını ben hiç ama hiç hatırlamıyorum desem inanır mısınız? İyi bir hafızaya sahip olduğumu düşünürüm hep. Siyaseten, kültürel anlamda bildiklerimi, gördüklerimi, yaşadıklarımı hep zihnimin derinliklerine kaydederim. Zihnimin derinliklerini yokluyorum ama böyle bir manzarayı hiç hatırlamıyorum. Ben geçmişte “külyutmazdım” ama şimdi ne hikmetse “kül yutuyorum.”
Bu sütunlardan kaç kez yazdığımı hatırlamıyorum. Ancak bir insan olarak yalvarıyorum. Bu ülkenin milli serveti ormanlarımızı korumak her bir insanımızın en temel görevlerindendir. Hatta milli görevlerinin başında gelmektedir. Çünkü bir insan ömrü bazen bir ağacın yetişmesi için yetmeyebiliyor. Bir dikip bin yakarsak bu toprakların sonunu düşünemiyorum bile. Bu toprakları kan döküp can vererek bize vatan kılan şehitlerin hatırasını değer veriyorsak eğer evimizdeki çocuğumuzu korur gibi bu ülkenin orman varlığını korumalıyız. Çocuklarımızı birazcık seviyorsak eğer onlara güzel, yemyeşil bir vatan toprağı emanet etmek hepimizin ortak ve vazgeçilmez bir görevidir.
Atılan bir şişenin, bir sigara izmaritinin veya hızlı yanmaya aday herhangi bir maddenin ormanlarımızdan uzak tutulması gerekiyor. Piknik alanlarımızda nefes almak istiyorsak ateş yakmaktan, kıvılcım bile oluşturmaktan sakınmalıyız. Çünkü bir anlık gaflet, bir anlık dalgınlığın sebep olduğu büyük yangınlar aslında ülkemizin ve çocuklarımızın geleceğinin yanıp kül olmasına sebep olmaktadır. Vatandaş olarak bizler bu tür konulardaki hassasiyetimizi sadece kendimize değil çevremize de aşılamalıyız. Bu arada kamu yöneticileri de gerçekten zamanında ve en sert tedbirleri almalı. Yanan alanlarımızın birilerinin rantı için imara açılmasının önünü kapatmalıdırlar. Yanan her bir ağaca en az 5 ila 10 arasında fidan dikimi ile karşılık vermeliyiz.
Vatan topraklarının çölleşmesine ve beton yığınına dönüşmesine asla izin vermemeliyiz. Kasten yangın çıkaranlara da TCK’daki en ağır hükümleri uygulamalıyız. Ancak o zaman “kül yutmaktan” kurtulabiliriz.