Google de sorguladığınızda “Robin Hood; zenginden alıp fakire veren bir şöhrete sahip olduğu için benzer şekilde yoksulların hakları için kanun güçlüklerine karşı ayaklanan kişiler” diye tanımlanıyor. Özelliği “zenginden alıp fakire vermek” olarak tanımlanan bu karakter son dönemde yaygın olarak özellikle sosyal medyada farklı isimler ile boy gösteriyor. Doğrusunu isterseniz bizim görünmeyen ellerimizi, yardımseverlerimizi bir İngiliz hayali kahramanına benzetmeyelim. Bizde onlara farklı sıfatlar yakıştıralım. Ama ne yazık ki bu alanda çok da başarılı olduğumuzu söyleyemeyiz. Toplumun bilinçaltına yerleştirilen figürler üzerinden kolayca her şeyi tarif etmeyi alışkanlık haline getirdiğimiz için…
Videolar çekiliyor, ihtiyacı olan insanlara bir şekilde yardımlar yapılıyor, destek sağlanıyor ve bu videolar sosyal medya üzerinden yayınlanıyor. Yaşlı, hasta, öksüz yetim muhtaç olan kim varsa onların yardımına koşan bu insanları sosyal medya üzerinden gözyaşları ile izlediğim oluyor. Bu olan biteni gördükçe kendi kendime, “Ne kadar çok muhtaç ve kendini yalnız hisseden insanımız varmış” diye öykünüyorum. Bir başka boyutu ile de konu zihnimi karıştırıyor. “Nasıl?” Diye sorabilirsiniz. Anlatmaya gayret edeyim. Biz gerçekten sosyal adaletten ne ara bu kadar uzaklaştık? İnsanımızın bir bölümünü neden ve nasıl bu kadar kaderi ile baş başa çaresiz bıraktık? Birkaç video görüntüsüyle ulaşılabilen bu kadar insanımız varsa, ulaşılamayan ne kadar daha insanımız vardır?
Anneleri ya da babaları tarafından kaderlerine terk edilen, hastane bahçelerinde, metruk binalarda ve insani olmayan şartların hakim olduğu rutubetli, son derece sağlıksız ortamlarda barınan kadınlar, çocuklar ve yine kaderleri ile baş başa bırakılmış her şeye rağmen yaşam savaşı veren yaşlılar, hastalar… Ayrıca hayatın engeline takılmış çocukları ile birlikte nefes almaya çalışanlar ve “Bu çocuğu Rabbim benim arkama bırakmasın” diye yakaran anneler… Bir yardım eli, dokunuş bekleyen SMA ya da DMD hastası çocukları için yalvaranlar… Bütün bunları görünce emin olun ki kelimeler boğazıma düğümleniyor, gözyaşlarımı içime değil zaman zaman dışıma akıtıyorum.
Özellikle mübarek üç aylarda ve Ramazan ayı boyunca bazı kimliği bilinmeyen kişilerin bazı yoksul semtlere gidip bakkal ve market borçlarını kapattığını, kapıların altından birer zarf içinde paralar dağıttığını haber olarak okumuştuk da görselliği ve epeyce emek sarf edilerek hazırlanan videolu yardımları görmemiştik. Bu videoları izlemek bazen kendimi iyi hissettirse de can sıkıntım geçmiyor. İnsan olarak o çaresizleri görünce elbette kendi halime ve etrafımdaki insanların hallerine “şükrediyorum!” Ve isyan ediyorum, hayıflanıyorum, “Sabırla-şükür arasına sıkıştırılmış” insanlarımız için sosyal devlet ilkesinin gereğin neden daha fazla işletilmiyor diye.
Şiddetin sarmala döndüğü, insaf ve merhametin firar ettiği günlük yaşamın içinde olanları seyretmek ve sadece “iyi insanların varlığına” dua etmek de doğrusunu isterseniz ağırıma gidiyor. Kardeşliğin gözyaşı ile yoğrulduğu, hoşgörünün vicdan, merhamet ve dayanışma ruhu ile beslendiği bu topraklarda, bu coğrafya da insan olarak bir şeyler yapılması gerektiğini biliyorum. Bu arada ülkeyi yönetenlerin ve yönetmeye talip olanların gündemleri ile sokağın gündeminin örtüşmediğini görüyor ve kendi kendime kızıyorum. Ve yine “Çaresizlerin çaregahına sığınıyorum!”
“Hiçbir şeyden habersiz sadece nefes almak için çabalayan insanların varlığından kim ne kadar haberdar?” sorusunu da sormaya devam ediyorum.