Aslında hayvan hakları sorunu, insan hakları ile bağlantılıdır. Ancak, ülkemizde pek çok konu da olduğu gibi bu konuda da yanlış tartışıyoruz. İşin magazin yönüne ve kolaycılığına kaçıyoruz. Mesela, öğretmenlik kanunu hazırlanıyor. Öğretmenler, eğitimciler dışından ses çıkmıyor. Hayvan hakları ile ilgili kanunun onda biri kadar kimsenin aklına öğretmenlik mesleği kanunu gelmedi. Ülkemizin yarınlarını emanet ettiğim, edeceğimiz öğretmenler ile ilgili meslek kanununa toplum olarak kafa yormak zorundayız.
İLKELER OLMALIDIR
Bir sorunu çözmek istiyorsak, önce ilkelerde anlaşmamız gerekir. Hangi sonuca varmak istiyoruz? O soruca varırken hangi etik kurallara bağlı olarak hareket edeceğiz? Araçlarımız amaçlarımızla uyumlu mu?
Sokak hayvanları sorunun çözümünde iki hareket tarzını kabul edilemez buluyoruz. Başıboş hayvanların insanları parçalamasını olağan kabul ederek hiçbir şey yapmamak ve sokaktan toplanan hayvanları itlaf etmek. Eskiden belediyelerin itlaf ekipleri vardı. Sokak hayvanları çoğaldığında bu ekipler ellerinde tüfekler ile ortaya çıkardı. Sokak hayvanlarını öldürürlerdi.
CAMİ GELİRLERİNDEN BÜTÇE
Dünyada hayvan hakları için ilk beyanname 1600’lü yıllarda Osmanlı Padişahı 3. Murad döneminde hazırlanarak yürürlüğe girdi. Osmanlı Dönemi'nde inşa edilen yapılarda kuş köşklerinden, sarnıçların yalak olarak kullanılmasına kadar hayvanlar için özel alanlar oluşturuldu.
O dönem de, kedilere duyulan sevginin “Kedilerin Babası” olarak bilinen sahabe Ebu Hureyre’den geldiği kabul edildi. Hayvanlara Allah’ın emaneti gözüyle bakıldı. İnsanların ulaşım aracı olan atlar, eşekler ve katırlar için camilerin avlularına hayvan yalağı yaptırıldı. Camilerde, namazın ardından cemaatin kedi paryası olarak bilinen ciğer satın alarak kedileri besledi. Osmanlı döneminde camilerin gelirlerinden hayvanlar için bütçe ayrıldı. Konakların ve köşklerin çatılarındaki saçakların altına kuşlar için özel yalı ve köşk adı verilen bölümlerin yapıldı.
BİRİKEN SORUN ORTAYA ÇIKTI
Bugün, sokak hayvanları sorununda ülkeyi yönetenlerin duyarsızlığının sonuçlarına gelip dayanmış durumdayız.Yapılması gerekenleri zamanında yapmayanlar, şimdi toptancı “çözümler” üreterek sorunun üstesinden gelmeye çalışıyorlar. Ötanazi kavramı iyi bir kavram değildir. Ötanazi “ölme hakkı” demektir. Bireyin kendi rızasıyla ölmeyi istemesi durumudur. Hayvanlara ötanazi nasıl uygulanır. Yani sokaktan toplanan hayvanlar, iki hafta içinde sahiplenilmezse, ölme haklarını kullanacak. Pratikte geçerliliği yok.
Hayvan itlaf etmenin “ötanazi” kavramıyla karşılık verilmesi yanlışlığın iyilik formuna dönüştürülmeye çalışılmasıdır. Sokak hayvanları sorununda yılların birikmiş sorumsuzluk ve duyarsızlığı, gelip saçmalığa bağlanıyor. Bütün suçlar olay yerinin yakınlarında yakalanmış bir sokak köpeğine yıkılmak isteniyormuş gibi hareket karşımıza çıktı.
İNSANCIL ÇÖZÜMDE VAR
Sokak hayvanları sorununun insancıl çözümü kendimizle doğa arasındaki ilişkiyi nasıl kurduğumuza bağlıdır. Doğa ile ilişkimiz sonucu bağlayacaktır. Sokaklarda başıboş hayvan olmaz. Ancak bu hayvanların toplanıp götürüleceği yerlerin bugünkü mezbelelikler olmaması gerekir. Eskişehir’de Tepebaşı Belediyesinin dışında modern sayılabilecek bir barınak yok. Henüz yapamadık. Çalışmalar var. Yapılması gereken ilk iş, barınak deyince aklımıza gelen toplama kampı anlayışını terk etmektir. Hayvanları sağlıklı barınaklara toplamak, bu iş için özerk alanlarını koruyabilecekleri uygun genişlikte araziler tahsis etmek gerekir. Yani bakımsızlık, yetersiz beslenme ve sıkışıklıktan birbirlerine saldırdıkları bugünkü hapishane düzeni yerine, geniş, sağlıklı, korunaklı, insan haysiyetine yakışır, medeniyet seviyemizi dışa vurur mekânlarda yaşatılmalıdır sokak hayvanları.
Buralara veteriner, bakıcı, temizlikçi gibi kadrolar ayırmak, bu insanların mutlaka eğitimli olmalarını sağlamak gerekir. Hayvanlar sahiplenilir ya da sahiplenilmez. Sahiplenilmeyenleri öldürme hakkı diye bir hak yoktur. Sokak hayvanları sorunun insancıl çözümü, bu işe kaynak tahsis etmeyi gerektirir. Kamu bütçesi açısından bakıldığında, ayrılacak kaynak önemsiz düzeydedir.