Geçtiğimiz günlerde ETO Yönetim Kurulu Başkanı Metin Güler’in bir ekonomi gazetesindeki açıklamalarına rastladım. Güler ekonominin direksiyonunda olan değil, ekonomi gemisinin içinde yolculardan birisi. Metin Güler yüksek faiz oranları ile arttırılan vergilerden şikayet ediyor. Vergilerin artmasının ve zaten finansman sıkıntısı içerisinde bulunan ve yüksek faizle kredi alan sanayici ve işletmecilerin uluslar arası arenada rekabet gücünü kaybedeceğinden söz eden Güler bir taraftan faizlerin düşmesini beklediklerini, diğer yandan vergi düzenlemelerinin yatırımcının beklentilerini karşılaması gerektiğini anlatıyor.
Güler’in anlattıklarından ekonominin kısır bir döngüye girdiğini anlıyoruz. Faiz ve vergi sarmalı içerisinde yatırımcının rekabet gücünün düşmesinin üretimin önündeki engellerden birisi olduğuna dikkat çektiğini görüyoruz.
Aslında mevcut ekonomik tablodan emekli memnun değil, çalışan memnun değil, aynı zamanda patronlarda memnun değil. Dar gelirlinin işi zor diye düşünüyoruz ama Güler’in açıklamalarından parası olanların yani patronlarında mevcut durumdan hoşnut olmadıklarını anlıyoruz.
Peki ne olacak şimdi? Onu bilen yok. Bir OVP diye tanımlanan Orta Vadeli Program üzerinden enflasyonu yenince ekonomideki tüm taşların yerine oturacak mı? Onu da kestirmek bir hayli zor. Bu arada enflasyonun kontrol altına alınmasının kesinlikle enflasyonun olmayacağı anlamına gelmediğini belirtmekte fayda var. Hatta bir ara yetkili ağızlardan enflasyonun Temmuz ayında bir miktar yükseliş göstereceğini de söylendiğine de tanıklık ediyoruz.
Daha önce Mayıs ayında zirve yapacağı ve Haziran ayı ile birlikte düşüşe geçeceği açıklanan enflasyonun Temmuz ayında bir miktar yükseliş gösterebileceğini söylemek nasıl bir şey? Şu kadar söyleyeyim özellikle gıda enflasyonu denilen asıl sokaktaki vatandaşı yakından ilgilendiren ürünlerin fiyatlarındaki yükselişler hiç durmadı, duracak gibi de görünmüyor. Örnek mi istersiniz? Geçtiğimiz günlerde üç harfli marketlerden birisine gittim. Bilmem ne marka 1 kilogram çayın fiyatı 99, bir başka marka çayın fiyatı 145 TL idi. Ertesi gün gittiğimde gördüğüm fiyatlar beni şaşırtmadı desem. Ertesi günü aynı çay markası 105, diğer çay markası ise 162 TL’den satılmaya başlanmıştı. Gerekçe ne diye soracak olursanız? Maliyet artışlarından söz ederler. Peki, gerçek öyle mi? Gerçek emeklinin üç kuruş artan maaşına daha cebine girmeden göz dikilmesinden başka bir şey değil uygulama.
Sadece bu kadar mı? Değil elbette.. Daha önce 10 TL’ye satılan boş poğaça dün gittiğimde 15 TL’den satılıyordu. Manavın önünden geçmeniz nerede ise imkansız. En ucuz domates mevsiminde manav tezgahında 30 TL’den, şeftali 60 TL’den satılıyor. Limonun hikayesini yazmıştım ya geçtiğimiz günlerde limon tezgahını görünce “Maşallah “ dedim kendi kendime olduğu yerde fiyatı 95 TL’ye yükselmişti. Daha emeklinin, çalışanın cebine girmeden para uçup gidiyor. Elektrik faturalarını saymıyorum bile. Yüzde 38’lik kallavi zammın ardından artan faturaları da hesaba katın ve içine düştüğümüz bu girdaptan çıkışın bir yolunu gösterin. Sabah haberlerinde dikkatimi çekti yine tatil yörelerinde restoranlar, çay bahçeleri ve daha önce lüks eğlence mekanlarında bir tek masa müşteri bile yok. Deniliyor ki “Bodrum’da tatilin sonunda pek çok iş yeri bir daha açılmamak üzere kapanırsa kimse şaşırmasın!” Gerçekten şaşıracak bir şey yok. Bu içine düştüğümüz girdaptan kurtulmak için sihirli bir formül bulunmadığı, taş yerine oturmadığı ve kısır döngüden çıkışın yolu bulunmadığı sürece işimiz gerçekten çok ama çok zor.