Odunpazarı Belediye Başkanı Kazım Kurt, Birlik Lokantası’nda gazetecilerle bir araya geldi.
Gündeme ilişkin soruları yanıtladı.
Elbette masada yine parti meclis üyeliği tartışmaları vardı.
“Partinin patronu kim” tartışmaları da alevlendi elbette…
Aslında bu tartışmayı kapatmak üzereydim ki…
İtiraf edeyim, yine dayanamadım.
Kitabın tam ortasından konuşacağım yine…
Toplantıda gazetecilerin merceği Yılmaz Büyükerşen’in Ali Baş’a yaptığı son açıklamalara çevrildi.
Açık konuşayım; kendisini tebrik etmek gerekiyor.
Çünkü yılın en sert açıklamalarını aldı.
Hoca açtı ağzını, yumdu gözünü.
Ve elbette aralarındaki gerilim de iyice arttı…
Bu açıklamaların Kazım Kurt’u bir hayli rahatsız ettiği ise ortada…
Kızdırdığı aşikar bu cümlelerin…
Hatta yüzüne yansımayan ama sesine sinen bir kızgınlık vardı.
Tam o sırada o soru geldi:
“Kazım Kurt birilerinin elinden tutularak mı ilerledi?”
Sakin görünüyordu ama sakinliğinin altındaki öfke görülüyordu.
Hissedilir düzeydeydi.
Kazım Kurt cevap verirken kelimelerini dikkatle seçti:
“Hoca'nın olduğu yerde ön seçimin adını bile anmak mümkün değil. Dolayısıyla milletvekili listesine konmamda Hoca'nın payı var, buna itiraz etmem. Ama ben diyet borcumu ödedim. Milletvekilliğini bırakıp gelmişiz. O yüzden canı sıkıldıkça ‘Ben aday yaptım, ben elinden tuttum’ demesi Hoca’ya yakışan şeyler olduğunu düşünüyorum.”
“Kavga etmeyiz, bizi kimse birbirine düşüremez” diyen Kazım Kurt’un bu kez sözlerine yenildiğini ve Büyükerşen’in son açıklamalarının kendisini epey öfkelendirdiğini düşündüren bir tını vardı cümlelerinde.
İşin şaka kısmı bu ama işin bir de şu tarafı var…
Ben daha çok “Yılmaz Büyükerşen bitti, etkisi kalmadı” diyenlere takılıyorum.
Parti Meclisi’ne istediği ismi sokturamadı diye, “Genel Merkez nezdinde artık yok” diyenlere asla katılmıyorum.
Çünkü kim Özel’le ikisi arasında geçen gerçek konuşmaları biliyor?
Belki de Özgür Özel, “Hocam, PM başka bir alan; sizin talebi ilk seçimde mutlaka değerlendiririz” dedi. Bunu nereden bilebiliriz?
Belki de PM’nin kapısı milletvekilliği olanları için kapanmadı, sadece ertelendi.
Kim garanti verebilir?
Üstelik Özgür Özel, Eskişehir’de tansiyonu düşürmek için gayet yerinde hamleler yaptı.
Tartışmalar bir nebze sakinledi derken bu kez “patronluk kavgası” çıktı.
Kazım Kurt’un sözleri…
Yılmaz Büyükerşen’in “CHP’den kovulduğunda ben elinden tuttum” çıkışı…
İpler iyice gerildi.
Bir süredir herkesin gözünden kaçan şey şu…
Bu tartışmalar birer politik ayrışma değil; yılların biriktirdiği güç, deneyim ve rol çatışmasının dışa vurumu.
Ve her açıklama, her cümle, her ima…
İlişkilerin başka bir yerinden kopmasına sebep oluyor.
Artık ortada sadece “kimin kimi aday yaptığı polemiği yok.”
Ortada daha büyük bir mesele var:
Eskişehir siyasetinin geleceğini hangi aklın, hangi egonun şekillendireceği…
Ve ne yazık ki görünen o ki son sözü halk söylemeden önce siyasetçiler birbirlerine çoktan hüküm vermiş durumda.
Kazım Kurt’un asıl unuttuğu şudur.
Eskişehir’in tek gerçek patronu halktır.
Ve Yılmaz Büyükerşen’i de gerçek patron seçmiştir.
***************************************************************************
MEMURLARIN SİYASET YAPMASI BAZILARINA NEDEN SERBEST?
Geçtiğimiz günlerde Eskişehir’de bir polis memuru tramvayın önünde mikrofonu eline aldı ve çözüm sürecini eleştiren bir konuşma yaptı.
Sözleri oldukça netti:
“Seçimleri Öcalan çıkacak diyerek kazanarak bugün o Öcalan’a ‘sayın’ deme yarışına girerek yol yürüyenler mutlaka kaybederler. Türk milletinin yanında olacaksınız. Bu ülke kolay kurulmadı.”
Elbette tepkiler gecikmedi, memur açığa alındı.
Neden mi?
Bir kamu görevlisinin siyasete bulaşması uygun olmaz elbette…
Ama işin tuhaf tarafı şu!
Memurların AK Parti ilçe başkanlıklarına aday olduğu, siyasi toplantılara katıldığı bir dönemde polis memurunun tek bir tramvay konuşması mı göze battı?
Herkes “tarafsızlık” nutukları atarken, bazen tarafsızlık yalnızca sözde kalıyor.
Sizinle aynı düşünce de değil diye bir memurun sözleri cezalandırılırken; siyasetin kendisi, sokaklarda, bürolarda ve hatta bazı resmi dairelerde sessizce, kılık değiştirmiş hâlde dolaşıyor.
Yani aslında mesele “tarafsızlık” değil, kim tarafsız görünüyor, kim görünüyor gibi davranıyor” meselesi…
Bilmem anlatabildim mi?
Kuantum Özge der ki:
“Olmadı diye üzülme.”