Akşam erkenden yattım.

Sabah 06.30’da kalkacak olmanın endişesi ile uyudum.

Uyurken stresliyim ama.

Ya kalkamazsam, ya telefonun alarmı çalmazsa, çalarsa da duymazsam.

Olacağı varsa oluyor.

Birde kafamda bir milyon düşünce ile uyurken insan uyuduğunu da anlamıyor.

Neyse ki uyandım.

Hem alarmı duydum hem de Eskişehir Durum’dan Suat Kaçar aradı.

“Uyandırma servisi” dedi.

Kapadı.

Bir hışım kalktım yataktan, insan erken uyandığı zaman daha çok depresyona giriyor.

Ya da ben doğuştan böyleyim, bilemiyorum.

Yüzümü yıkadım, üstümü giyindim, çıktım.

Ha birde depresyon topuzumu yaptım.

O saça dikkat, o topuzla dolaşıyorsam, bir şeyler yolunda gitmiyor demek.

Odunpazarı Belediyesi’nin aracı Vilayet Meydanı’na geldi.

5 gazeteci arkadaş buluştuk, tuttuk Ankara yolunu…

Ankara’nın bağları şarkısıyla coşmayı beklerken, hepimiz arabanın bir tarafına bayılmış gibi uyumuşuz.

Bir Gamze uyanık.

“Ulan uyuyoruz ama bu bizi gizli gizli çekmez inşallah” diye düşünüyorum.

Yine de teslim oluyorum.

Uyandığımda her tarafım tutulmuş.

Mola verdiğimizde topal bacak yürüyorum.

Güneş doğmuş ama ben doğamadım.

Hatta doğduğuma pişmanım, o derece…

Arabaya geri bindiğimizde yaklaşık 1 saat sonra CHP Genel Merkezi’ne ulaşıyoruz.

Bizi Odunpazarı Belediyesi’nden Caner Genç isimli arkadaş karşılıyor.

İniyoruz.

Partinin önünde beklerken yanımızdan Mustafa Sarıgül geçiyor.

Eskişehir’e geldiğinde kolyemden dolayı bana “İpek” diyordu.

Halbuki kızımın adı…

Hatırlar mı ki diye düşünürken birden Ali Mahir Başarır geçiyor.

“Ya sen gazetecisin Özge, böyle şeylere alışkın lazım olman” diye kendimi telkin ederken, yine de heyecan yapıyorum.

Odunpazarı Belediye Başkanı Kazım Kurt, CHP İl Başkanı Talat Yalaz genel merkezden davayı takip ediyor.

Yanlarına gidiyoruz.

Kazım Başkan beni görünce aklına “beyaz liste” geliyor.

Beyaz listenin göbeğine nasıl yerleştim bilmiyorum ama diğer partili arkadaşlara yine bir kızıyorum içimden…

Devam ediyorum sohbete…

“Başkanım şimdi Rahmi Başkan tek adaylı mı yarışacak” diyorum.

Amacım biraz da kızdırmak…

Başarıyorum.

Hafif gerginlikle karışık tebessümle bana dönüyor.

“Bazı şeyler öyle kolay değil. Madem kendine çok güveniyorsun, sen çık, aday ol, görelim, klavyeden yazmakla olmuyor” diyor.

Bende kendimden eminim.

“Olur, başkanım, şu halimle en az 30 oyum var” diyorum gülerek…

“Ama ben partili değilim” diyerek devam ediyorum.

“Yaparız, MYK üzerinden aday yaptırırız seni, sen ol aday” diyor.

Neden olmasın ki?

Bir kere kadın aday olduğum için 10 oy bir şekilde alırım, mavi liste yani kendi listeleri kazanmasına rağmen içinden Rahmi Çınar karşıtlarının yine de olacağına eminim, üç beş de kendim bağlarım.

“En az 30 oyum var başkanım…” diyorum.

“Tamam, ol” diyor…

Maksat kazanmak değil…

Psikolojik yorgunluk yaratmak, en alasından savaşırım.

Bir ara da şunu düşündüm.

Acaba Kazım Başkanda mı Rahmi Çınar karşıtı, sonradan pişman oldu, Özge sen ol aday, arkandayız mı demek istedi.

Belli mi olur canım?

Alla alla, siyaset bu neticede, kararlar sürekli değişiyor.

Değil mi?

Belki de partinin bir Özge Zaim rüzgarına ihtiyacı vardır.

Belki de partinin, siyasetin tıkanmış havasını biraz olsun değiştirecek, cesur bir rüzgara ihtiyacı vardır.

Kim bilir, belki de o rüzgar ben olurum.

Yeter ki cesaret edelim, yeter ki sesimizi duyuralım.

Çünkü değişim, cesur adımlarla başlar.

Siyasette “en az 30 oyum var” demek kadar cesur olmak da önemli.

Hem kadın olmak, hem gazeteci olmak, hem de bazen biraz delirmek lazım.

Öyle değil mi?

*************************************

Kuantum Özge der ki:

“Cesaret olmayanı oldurur.”