Son yıllarda Eskişehir’in yağış rejiminin bozulduğunu hepimiz biliyoruz. Bu işlerden hiç anlamayanlar bile yağmursuz ve kar yağışı olmadan geçen günlere tanıklık ederken kendi kendine değerlendirmelerde bulunuyor. Eskişehir’in su kaynakları yetersiz. Bunu hiç coğrafya bilgisi olmayanlar bile tahmin edebilir. Zira ağaç, yağış ilişkisini insanlar ilkokulda değil artık anaokulunda öğreniyorlar. Metrekareye düşen yağış miktarının azalması her geçen yer altı su kaynaklarının daha da yetersiz hale gelmesi sebebiyle bölgemizde de artık büyük obruklar oluşmaya başladı.

Suya erişimin zorlaştığı, topraklarımızın her geçen çoraklaştığı ve yakın gelecekte kaçınılmaz olarak çölleşeceği bir süreci yaşarken ısrarla hala Eskişehir’in mücavir sınırları içerisinde bu süreci hızlandıracak adımların atılmasına seyirci kalınması, hatta teşvik edilmesi yarınlarda geri dönülmez tahribatların oluşmasına sebep olacak gelişmeler karşısında sessiz kalınması gerçekten gelecek adına hepimizi endişelendiriyor.

Bir avuç insanın mücadelesini de “marjinal” bularak sahipsiz bırakmak gerçekten çok garip. İnsanların tepkilerini ideolojik yapıları ile yan yana değerlendirmek artık çok gerilerde kalması gereken bir tavır olarak görmemiz gerekiyor. Uygulanan politikalar sebebiyle muhafazakarların burjuvalaştığı, aristokrat ve burjuvalarında muhafazakarlaştığı bir dönemden geçiyoruz. İnanmıyorsanız söz konusu değerlendirmeler için seçilen mekanların insan yapılarına bir dönüp bakın. Kılığından kıyafetinden tavır davranışlarına kadar kimler nasıl dönüşmüş, kim hangi safa evirilmiş bir bakın.

Toprakları, havayı suyu savunmak dün alın teriyle el emeği ile üreten ve ürettiği ile sadece geçimini değil mutluluğunu da satın alan çiftçilerimizin işiydi. Bugün ise ne yazık ki buraları savunmak şehir merkezlerinden şehirlerin varoşlarına itilmiş insanlarımıza düşmüş görünüyor.

Eskişehir için hem bugün, hem yarın, hem de yakın gelecekteki tehlikeyi gören “Doğa ve Yaşam Platformu” üyelerinin yaptıkları uyarılar gerçekten çok önemli.. Birilerinin tehlikeyi gördüğü halde, “nasılsa aksırsak da, tepinsek de herkes bildiğini okuyacak” anlayışıyla sessiz kalmayı tercih ettikleri tehdit ve tehlikelerin Eskişehir’in en kıymetli değerleri olduğunu anladığımız gün iş işten çoktan geçmiş olacak. Bir kısım insanında “Ben bugüne bakarım benden sonrası tufan” anlayışı da kabul etmek mümkün değil.

Doğa ve Yaşam Platformu üyeleri diyorlar ki; “Eskişehir’imiz büyük bir maden tehdidi altında…” Şunu herkes bilir ki ben ne ”marjinalim” ne de çevre aktivistiyim. Sadece duyarlı olmaya, gelişmelere dışarıdan bakmaya özen göstermeye çalışan sıradan birisi olarak tehlikeyi görüyorum ve gelişmeleri vicdanımda ölçüp biçerek bugün ortaya çıkan acımasız, hoyratça ve vahşi batıdaki bir anlayışla topraklarımızın, ormanlarımızın ve havamızın talan edilmesine gönlüm razı değil. Kendim için değil bunu gelecek nesillerimiz için dile getirmeye çalışıyorum.

Şöyle düşünün bundan 30 yıl sonra bugün nerede ise İç Anadolu bölgesini besleyecek kadar güçlü üretim merkezi olan ve İç Anadolu’nun Çukurovası olarak dillendirilen Sakarya Vadisinde çoraklaşmış ve çölleşmiş topraklar ile karşı karşıya kalırsak ne yaparız?

Buradan ben bir çağrı yapmak istiyorum; “Gelin Eskişehir’in değerlerine kıymayın!” kıymayın ki tarihe geçin…