“Büyük insanlar fikirleri, normal insanlar olayları, küçük insanlar kişileri konuşur” diyor, Eleanor Roosevelt. Burada geyik yapsam emin olun epey reyting alır. Ama önceliğimiz hakikatler üzerinden ufka yolculuktur.
6 Şubat günü Dünya tarihinin en büyük felaketlerinden birini yaşadık ülke olarak resmi rakamlar ile 50 binin üzerinde insanımızın hayatını kaybettiği milyonlar insanımızın derinden etkilendi, yine milyona yakın insanımızın hayati sebepler ile göçe mecbur kaldığı büyük depremlerin acısı hala yüreğimizde tüm tazeliği ile duruyor… Herkes seçim derdine düşmüşken “geriye dönüp acıları hatırlatmak sana mı düştü?” diyebilirsiniz.
Amacım acıları tazelemek değil. Acıları dindirmek ve yaraları sarmak devlet ve millet olarak hepimizin asli görevlerinden. İhmalleri, yapılan hataları konuşuruz, tartışırız. Ancak on bir etkileyen 86 milyonu da dolaylı olarak ilgilendiren depremin üzerinden geçen iki aylık süreye rağmen insanlar hala “çadır, temiz su ve insani temel ihtiyaçlardan” söz ediyorsa seçim falan beni ilgilendirmiyor.
Böyle zamanlarda ilk harekete geçen, ilk inisiyatif alan ve yardım eden bir kurumumuz vardı. Adı Kızılay… 11 Haziran 1868 tarihinde Dr. Abdullah Bey, Dr. Marko Paşa, Kırımlı Aziz Bey ve Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa’nın gayretleriyle“Osmanlı Yaralı ve Hasta Askerlere Yardım Cemiyeti” ismiyle kurulan zaman içerisinde de her türlü doğal afette yardıma koşan bugünkü adıyla Kızılay…
Bu defa öyle olmadı. Kendiliğinden harekete geçti mi geçmedi mi bilmem. Ancak bu defa 11 ili ve 13.5 milyon insanımızı derinden sarsan büyük felakette Kızılay en çok eleştiri alan kurumların başında yer aldı. “Sattığı çadırlar ve gıda kolileri” ile bir numaralı gündem maddesi oldu. Milletin yardım ve destekleri ile hayatiyetini sürdüren ve varlığını vatandaştan aldığı bağışlara borçlu olan bir kurumun büyük felaketin yaşandığı günlerde sattığı çadırlar ile gündemin tam ortasına düşmesi hiçte iyi olmadı. Zira bu ülkede her şeye rağmen en çok güven duyulan sivil oluşumların başında gelen Kızılay’da yönetimin uygulamaları sebebiyle tam bir güven aşınması gerçekleşti. Nitekim depremin ilk günlerinde kan merkezleri önünde kan bağışı çağrılarına çok büyük destek veren ve bir gün sonrasına bile randevu almakta zorlanan vatandaşların yerini artık Kızılay’a kızgınlıkla bakan vatandaşlar almaya başladı. Hatta Kızılay’ın rekortmen kan bağışçıları bile bazı mecralarda açıkça tepkilerini dile getirmekten çekinmediler. Tüm bu gelişmeler ülkenin kan ihtiyacının tamamına yakınını bağışlar ile karşılayan Kızılay’ın stoklarındaki sıkışıklığın kritik seviyenin bile altına inmesine sebep oldu.
Nitekim bir TV programında Çevre Bakanı Murat Kurum’un değerlendirmeleri sırasında ünlü haber sunucusu M.Akif Ersoy “Kızılay başkanını istifaya çağırdı!” Bunun üzerine bakan “kurumların yıpratılmaması gerektiğini” söyledi. M.Akif Ersoy deprem bölgesinde en uzun kalan gazetecilerden birisi olarak yaşadıklarından hareketle böyle bir değerlendirme hakkını kendisinde görebilir. Bakan Kurum’da sonuç itibariyle kurumsal aşınmaya karşı Kızılay’ı savunabilir. Ersoy’un söyledikleri de kurumsal aşınmaya karşı bakan Kurum’un ifadeleri de doğrudur. “Kurumları yıpratmayalım aşındırmayalım” kabul… Ancak iş başındakilerde sorumluluk alıp kurumların başına o kurumları liyakatle yönetecek isimlerin gelmesini sağlamalı değil mi?
Yine de ülkenin acil kan ihtiyacı için herkesi kan bağışına çağırıyorum. Zira “yöneticiler gelip geçici kurumlar bizimdir”. Çünkü bir damla kan hayat kurtarır. Merkezinde insan olan Kızılay bu milletindir.