Nasıldı o deyim? “Git derdini Marko Paşa’ya anlat!” şeklindeydi yanılmıyorsam. Marko Paşa 2. Abdülhamit döneminde Meclis-i Ayan Üyeliğine getirilir. Sabırlı kişiliği sayesinde arzuhal ( yani şikayet ve talepler) dilekçelerine bakma görevi de kendisine verilir. O sebeple halk arasında o kadar ün sahibi olur ki,”Git derdini Marko Paşa’ya anlat” deyimi dilimizde ölümsüzleşir.

İşte öylesine aklıma geldi. Zaman zaman vurgu yapıyorum “2 Eylül Mahallenizde, MUHTARLAR KONUŞUYOR” söyleşimiz çevresinde muhtarları dinledikçe şaşırıyorum.

Muhtar mahallenin seçimle işbaşına gelmiş devleti temsil eden mülki amiri olarak bilinir. Mahallede kuş uçsa eskiden beri herkes onu muhtardan sorar. Kaçağı, göçeği, arlısı, arsızı muhtardan sorarlar. Mahalledeki asayişten, hastasına, kaybolan birisinden, haber alınamayan bir vatandaşa, hatta çocuğuna bez alamayan anneden, elektriğini doğalgazını ödeyemeyen garip gurabadan muhtar kendini sorumlu hisseder. Yani tabir yerindeyse muhtar mahallede devlet olur, bekçi olur, gariban babası olur, gariban anası olur.. Olur da olur..

Muhtarlık üç kuruş maaşa yapılacak iş midir? Elbette değil. Sevmektir işin aslı. Vatanı sevmek, insanı sevmek, mahalleyi sevmektir, hizmet aşkıdır işin özü.

Dinliyoruz muhtarlarımızdan… Çocuğuna süt, mama, bez alamayan anneden, okula giden çocuğuna harçlık veremeyen babadan, memleketinden parası gelmediği için kirasını ödeyemeyen üniversite öğrencisinden haber sorun siz. İnsanların bilinmeyen bu hikayelerini muhtarlardan dinlersiniz ancak. Bana sorarsanız “Marko Paşa”dan daha sabırlıdırlar muhtarlar… Muhtarlık makamı güvendir, varlık sahibi ile ihtiyaç sahibi arasında çoğu zaman köprüdür.

Geçmişte “çok merak ederdim muhtarın ne iş yaptığını, olsa da olur, olmasa da olur” diye düşünürdüm kendi kendime. Halbuki görevini hakkıyla yapan ve oturduğu koltuğun hakkını tam anlamıyla veren insanları tanıyınca her geçen gün umudumda, güvenimde, hayranlığımda artıyor muhtar seçilmiş kişilere karşı. Bir muhtarımız diyor ki, “Ben bir şekilde ihtiyaçları giderebilirim. Gerçekten ihtiyaç sahibi olduğuna inandığımızda. Kesemizden verecek değiliz. Ama veren el ile alan eli karşılaştırmadan sorunları çözeriz, köprü oluruz. Bu köprü olma görevi de sorumluluk isteyen, güven duyulmayı hak eden bir makam olduğumuzdandır!”

“Güven” çok sihirli bir kelime. İnsanın güven duyulabilmesi için acaba “kaç fırın ekmek yemesi lazım?” İşte o kolay kazanılan bir şey değil. Bu arada Eskişehir’in mahalle ve sokaklarında görev yapan tanıdığıma fırsatı bulduğum muhtarların genelindeki sorumluluk duygusu gerçekten beni etkiledi.

İşte tamda burada bir konuya dikkat çekmek istiyorum. Muhtarlar üzerinden kimse siyasi hesap yapmasın, muhtarlara kimse siyasi baskıda yapmasın. Çünkü zaten nüfus ve vatandaşlık yasası ile sorumlulukları değil ama yetkileri ellerinden alınmış durumdalar. Örneğin nüfus ve adres kaydı meselesi o kadar önemli ki. Buna rağmen, hangisine sorsak mahallede kaç kişi oturuyor, kaç seçmen, kaç göçmen, kaç depremzede, nerede yoksul, gariban var tek kalemde sayabiliyorlar. Bazı mahallelerde okullar da, camiler de sanki onların sorumluluk alanlarında gibi. O sebeple muhtarlık makamı gerçekten saygıyı hak ediyor. Hele bir de seçilmiş muhtar koltuktan değil de koltuk ondan güç alıyorsa işte o zaman umutlarımız biraz daha yeşeriyor geleceğimiz adına seviniyoruz.