Yaşanan hayat pahalılığı artık esnaf lokantalarında bile kendini iyiden iyiye hissettiriyor. Eskişehir’de esnafın devam ettiği orta sınıfı harcı alem lokantalara gittiğinizde bunu öylesine hissediyorsunuz ki!. İşyeri sahibine soruyorsunuz, “İşler nasıl?” diye.. Aldığınız cevap; “Şükür bugünümüze” diye başlıyor ve arkası ; “Nerede o eski işler?” diye geliyor. Geçmişte de buna benzer serzenişler vardı. Bunu soruyoruz küçük ve orta ölçekli esnafa. Aldığımız cevap bir hayli ilginç; “Eskiden bir şekilde toparlıyorduk. Şimdi pazara gittiğimizde neyle karşılaşacağımızı bilmiyoruz. Normal şartlarda her Pazar alışverişi sonrası fiyat düzenlemesi yapmamış gerekiyor. Ancak biz dayanabildiğimiz kadar dayanmaya çalışıyoruz. Bu defa yaşadığımız süreç biraz daha farklı ve ağır!”
Sonra oturuyorsunuz masaya, “ne istersiniz?” diye sorulduğunda bizde garsonu takılıyoruz, “Az çorba az fasulyeli pilav!” Çünkü kendinizi yokluyorsunuz ve sonra, “ Yeter!” diye iç geçiriyorsunuz. Bazıları “yapmayın, etmeyin esnafın işi iyi” dese yalan değil. Zira toplumun geçim kaygısı olmayan kesimlerinin uğrak yerleri de dolup taşarken orta ölçekli insanların devam ettiği yerlerde hem müşteri sayısı azalıyor, hem de porsiyonlar her geçen gün azalıyor. Bir kase çorbanın normal esnaf lokantasında 35-40 TL olduğunu düşünecek olursanız gerisini varın siz hesap edin. Esnaf haklı, vatandaş ondan daha haklı… Bu arada bütün bunları yazarken aklıma geldi. Seçimler öncesinde bir hanımefendi, “Fazla yemek zararlı, porsiyonlar küçülmeli” diye açıklama yapmış, bu açıklama günlerce muhalefetin gündeminde yer almıştı. Şimdi düşünüyorum da “kadıncağız ne kadar haklıymış!”
Bu arada hayatın gerçekleri ile yüzleşirken toz pembe bir hayal aleminde yaşayanların bu söylediklerimize, yazdıklarımıza inanmaları çok zor… Örneğin Gar’da, otogarda, hava limanında, cafe de, ya da adını bilmediğimiz mekanlarda bir kutu kahvenin fiyatı sıradan insanlar için sorun olsa da “tuzu kurular” ile ilgili zaten böyle bir şey söz konusu bile değil.
Gidin pazara çift haneli olmayan tek ürün fiyatı göremezsiniz. Mevsiminde sebze ve meyvelerin fiyatlarına erişmek mümkün olmuyor. Geçmişte gurbetçilerin anlattığı hikayeleri yaşar olduk. Avrupa da dilimle karpuz, tane ile meyve satıldığını duyardık,.. Şimdilerde bolluk ve bereket ülkesi topraklarda ne yazık ki aynı şeyleri yaşıyoruz. Hani yeri gelmişken bir beyefendi de çıkıp televizyon ekranlarında, “Ne olacak pazara gidince bir kilo domates alacağımıza, bir kilo salatalık alacağımıza birkaç tane alıveririz” buyurmuştu… Necip Fazıl bir şiirinde ne diyordu, “Öz yurdunda garipsin, öz yurdunda parya!” Ona döndük… Ürettiğimiz ürünleri tüketmekte tereddüt eder hale geldik. Yani yaşamımız zorlaştı. Bazıları ısrarla “ne varmış halimizde” diyebiliyor hala… Ama halk arasında söylenir ya “çekmeyen bilmez!” Ne diyor türküde, “Aşan bilir karlı dağın ardını. Çeken bilir ayrılığın derdini!”
Anlatmaya gayret ediyoruz, niyetimiz halis derdimiz “üzüm yemek” bağcı ile bir işimiz yok. Biz gördüklerimizi, yaşadıklarımızı paylaşmaya gayret ediyoruz. Bunun altında kötü niyet arayanlara da söyleyebilecek bir şeyimiz yok. İnanmayan “tebdili kıyafet edip” halkın arasına bir girsin, şöyle bir kulak kabartsın… Gidin adalara eski havasını görebiliyor musunuz, Hamamyoluna varın, Alaaddin Parkına bakın ve geçmişle bugünü mukayese edin.
Her neyse bizler “az çorba az pilava” devam ederiz de gerisi ne olur bilmem!...