Dün internet sitelerinde şöyle bir haber gördüm, “Kafe ve restoranlarda yeni dönem: Rezervasyona 'kapora' uygulaması! Kafe ve restoranlarda rezervasyon için kapora uygulaması yaygınlaşmaya başladı. İşletmeler, müşterilerden sabit bir ücret veya menü ücretinin tamamını önceden talep ederken, iptal durumunda ücretin geri ödenip ödenmeyeceği ise belirsizliğini koruyor. Bazı kafe ve restoranlar, rezervasyon için "kapora" almaya başladı. Uygulama sadece özel günler için değil sıradan günlerde de geçerli hale geldi. İşletmeler garantili gelir sağlamak amacıyla bu yöntemi tercih ederken, müşteriler ise uygulamanın adil olmadığı görüşünde. Restoran sahipleri, rezervasyon yapanların bir kısmının gelmediğini ve bu yüzden ödeme alınmasının işletmeleri zarar etmekten koruduğunu belirtiyor. Bir işletmeci, "Rezervasyon yapanların en az yüzde 30’u gelmiyor. Bu yüzden ücret alınması şart" dedi.

Bu haber nedir biliyor musunuz? Esnaflığın ölüm fermanı. Ne demek alınmamış bir hizmet için kaparo almak. Birileri ısrarla siyaseten “eski Türkiye- yeni Türkiye” karşılaştırması yapıyorlar ya işte buna “ayar oluyorum.” Sanki eski Türkiye’de her şey çok kötüymüş gibi bir algı oluşturuluyor.

Eskiden mahalle bakkalları vardı. Her derdimize ilaç olan, mahalle lokantaları vardı, çoluk çocuğumuzu idare eden küçük esnaflarımız vardı. Komşunun komşuya destek olduğu dönemler vardı. Üstad Necip Fazıl diyor ki, “Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak! Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak. Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden. Çatırtılar geliyor karanlık kubbemizden. Çekiyor tebeşirle yekun hattını afet. Alevler içinde ev, üst katında ziyafet! Allah'ın on pulunu bekleye dursun on kul Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul. Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa!”

Vallahi burası artık çıkmaz sokak. İnsanlığımız erozyona uğruyor, esnaflığımız bitiyor, herkes kendi derdinin dermanını arıyor ise eğer nerede kaldı bizim temel değerlerimiz. Hani bazı okuyucularımız eleştiriyor ya, “başka bir konu yazsan!” diye. Alın buyurun size toplumun başka bir derdi…

Son yıllarda hızla artan üç harfli marketlerin zaten ölüme mahkum ettiği esnafın halini buyurun görün, anlayın… diyeceksiniz ki, “Sizin bahsettiğiniz mekanlar zaten lüks içinde yaşayan ihtiyacı olmayanların eğlencelerine eşlik eden yerler!” hiçte öyle değil be kardeşim.. Bugün bunu yaşıyorsak yarın neler yaşayabileceğimizi tahmin bile edemiyorum. Derki eskiler, “kötülük bulaşıcıdır!” tamda bu noktadayız… Bugün o lüks mekanlar için hayata geçirilen “rezervasyon ve kaparo “ hikayesi yarın emin olun küçük ve orta ölçekli esnafı da teslim alır farkına bile varamayız. Benim isyanım işte bunadır.

Bakın yine Anadolu İrfanı’nın sesi diyebileceğimiz merhum Abdurrahim Karakoç ne diyor, “Teraziye oturtmuşlar zorbayı. Keyfe göre dolduruyor torbayı. Adalet yürekten yemiş darbeyi, İlim hasta, irfan ölmüş bak hele!”

Geldiğimiz nokta burasıdır. Önce sessiz kaldığımız, sonra da nedenlerini sorguladığımız kötülüklerin önüne nasıl geçeriz. Bir taraftan “yaşasın yeni Türkiye” nidaları atarken yarınlarda tasvir ettiğimiz “eski Türkiye’yi “ arar mıyız dersiniz?