Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen, Anadolu Üniversitesi rektörlüğünden sonra, kendisini siyasetin içinde buldu. Bir gece iftar sofrasında dönemin başbakanı Bülent Ecevit aradı ve partisi DSP’den Büyükşehir Belediye Başkan adayı olmasını istedi. Rektörlük döneminde, Ecevit kendisinden milletvekili olmasını ve Milli Eğitim Bakanlığına uzanmasını istiyordu. Büyükerşen’in rektör olmasını nedeniyle bu dönemi ıskaladığına inanıyorum.
Neyse, hakkında iddianame hazırlanıyor, şeklinde kamuoyunda oluşan yorumlar nedeniyle, kendisini çalışmalarını yürüttüğü müzede ziyaret ettim. Arkadaşları, odasında bir kitap üzerinde çalıştığını söylediler.

ECEVİT MAVİSİ

Yılmaz Büyükerşen’in mavi rengi sevdiğini eskiden bu yana biliyorum. Tıraşını sinekkaydı olmuş ve uzun kollu mavi rengin hâkim olduğu gömlekte kendisine çok yakışmış. Gömleğin çok yakıştığını söylemedim. Ama kendisini çok sağlıklı gördüğümü söyledim. Gerçekten, Yılmaz Hoca, sağlıklı insanlar yanaklarından kan damlıyor diye betimlenir ya, hocayı da öyle gördüm. Ancak, eskisi gibi hoca tek tük sigara içmeye başlamış. Hoca, rektörlüğü döneminden bu tarafa, hakkında kötü düşünenleri Allah’a havale ettiğini söylüyor. Büyükşehir Belediye Başkanlığında da son eseri mezarlık içindeki cami olmuştu.

ANITKABİR’E BALMUMU

İstanbul’dan eski bir sandalye almış, sandalyenin üzerine Atatürk otururken, balmumu heykeli yapılacak. Bu eserde Anıtkabir’e armağan edilecek. Yılmaz Hoca, kafaya bunu takmış, bu eserle ilgileniyor. Hoca’nın kitapları da artıyor. Karı-koca öğrencileri ‘Sessiz Kuşağın Sesi’ adlı kitabı yazdılar. Kitap piyasa bulunuyor. Kitabın yazarı Behiç İstanbulluoğlu, önsöz de şunu yazmış,” Bir yeşil parkalarımız, asker postallarımızla devrim yapmaya çalışırken, Yılmaz Hoca’da boykotlar, işgaller, mitingler, yürüyüşler arasında siyah çizmeleri çekmiş kar, yağmur, çamur demeden akademinin içinde kendi devrimini yapıyormuş, haberimiz yoktu” .
Yine, eski bakanlarımızdan biri ilginç başlıklı Yılmaz Hoca hakkında önümüzdeki günlerde bir kitabı piyasaya çıkarıyor.

BEMBEYAZ HOCA

Behiç İstanbulluoğlu’nun ‘Sessiz kuşağın sesi, Yılmaz hoca’ kitabını okurken aklıma hoca ile ilgili şu anı geldi. Yılmaz Hoca, rektörken üniversiteye opera gelir. Biraz ağırca bir opera oyunudur. Hoca, tüm öğretim üyelerinin gelmesini ister. Herkes yerini alır. Ancak, Hoca’nın aklında yerleşke içinde yapılan yeni bina vardır. Operanın ilk yarısı tamamlanınca, Hoca inşaatı devam eden binayı görmek ister. Öğretim üyelerine kaybolmayın, ikinci yarı da izleyeceklerini söyler. Hemen binayı görüp dönecektir. Ancak, inşaattaki kireç kuyusuna düşer. Öğretim üyeleri çaresiz operanın ikinci bölümünü izlerler, Büyükerşen yoktur. Kireç kuyusuna düşen, hoca ilk önce gece bekçisi tarafından tanınmaz. Hoca zorla kuyudan bağırarak, bekçiye sesini duyurur. Mavi hastaneye götürülür. Sonra evini gelir. Kapıyı eşi Seyhan Hanım açar. Karşısında bembeyaz bir hoca vardır.

BEN YAZARIM

Rektörlük ve belediye başkanlığı döneminde Seyhan Hanımın neler çektiği, kireç kuyusu örneğindeki gibi aklıma geliyor. Neşeli Hoca’ya Seyhan Hanım’ı soruyorum. Son günlerde kamuoyuna yansıyan konular, nedeniyle Seyhan Hanımında çocuklarının da, yakın çevresinin de çok üzgün olduğunu söyledi. Hoca’yı rektörlüğünden bu yana tanıyorum. Karışık olaylar, aksiyonlar hocayı kamçılar. Ona canlılık verir. Takmaz, çekinmez. Tabii ki, çevresi böyle değil. Başkanlığı döneminde de, daha önceki belediye başkanlarının ‘başıma bir şey gelir’ düşüncesi ile ıskaladığı olayların nasıl üzerine gittiğini gördüm. Şahit oldum. Onun hakkında kitap yazmak isteyen elbette yazacak. Ama kimsenin bilmediği yönleri ve yaşanmış hikâyeler ile gerçekten onu objektif anlatan tek kitabı ben yazarım. O günleri de hep birlikte yaşayacağız.