Türkiye 14-28 Mayıs seçimlerinin hemen ardından 31 Mart tarihinde bir kez daha seçime gitti. Cumhurbaşkanlığı, milletvekilliği genel seçimleri ve ardından gerçekleşen yerel seçimler Türkiye’de siyasetin tansiyonunu bir hayli yükseltti.
Gerek 14-28 Mayıs seçimlerinde, gerekse 31 Mart yerel seçimlerinde ilk kez toplumun temel sorunlarına dikkat çekilen süreçleri yaşadık. Bir taraftan yüksek enflasyon baskısı altındaki nüfusun geniş kesimleri, diğer yandan gelir dağılımındaki adaletsizlik, toplumun gelir gurupları arasındaki uçurum gerçekten ilk kez geçtiğimiz seçimlerde ciddi anlamda tartışıldı.
Bu konuda siyasetin yeterince çözüm üretip üretemeyeceğini önümüzdeki süreçte hep birlikte göreceğiz. Ancak gerçekten sandık başına giden vatandaşın siyaset mühendisliği hiç kimsenin aklına gelmezdi denilebilir. Toplum öyle dengeli bir karar ortaya çıkardı ki “İktidara şapkasını önüne koyup düşünme fırsatı” sunarken, muhalefete de “Sen gerçekten bu ülkeyi yönetmeyi istiyor musun?” sorusunu sordu. Peki, iktidar sandıktan çıkan sonucu doğru okudu mu? Henüz bu konuda çok emin değiliz. Bazı koltuk mensuplarını yerlerin alıp başkalarının o koltuklara oturmasını sağlamanın adını yenilik olarak koymanın kendilerine yeteceğini düşünüyorlarsa kesinlikle yanılıyorlar. Bu konuda 22 yıldan fazla ülkeyi yönetme fırsatını elinde tutan kadroların seçim sonuçlarını doğru okuması için önünde yeni fırsat kapıları var. Yaşanan sorunlar karşısında dar ve sabit gelirli kesimler ile emeklileri mağdur ederek sorunların çözümünü sağlamaları mümkün olmadığı gibi, “Biz vatandaşın verdiği mesajı anlamadık” demek de isteyebilirler.
Türkiye’nin içinde bulunduğu şartların düzelmesi için alınması gereken tedbirleri, göstermelik tasarrufu tedbirleri üzerinden, emeklilerin hayat standardını daha aşağıya çekerek, memur ve ücretli kesimin yaşam kalitesini dolaylı olarak biraz daha normalin altına indirerek sorunların çözümü gerçekten mümkün değildir. Üretenlerin önünü açarak, çalışanların alın terinin hakkını vererek, çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi alarak, dolaylı vergilerin oranlarını ve sayısını düşürerek toplumdaki gelir dağılımı adaletsizliğini bitirmeden hiç bir sorunun çözümü mümkün değildir. Üstenci bir bakış açısıyla, memur servisleri ile makam araçları saltanatını bitirerek, hanı yağma yapanlar ile hesaplaşmadan sorunların çözümü konusunda gerçekten olumlu gelişme beklemek hayaldir.
Toplumsal dayanışmanın arttığı, üretken ve ülkesi ve milleti için çalışan, çalışanın hakkını veren bir düzen kurmak için toplumsal güvene layık olmak gerek. Siyaset kurumunun sorunların çözümü göstermelik değil, gerçek ve samimi görüşme kanallarını açık tutması şart. Her eleştiriye etki-tepki çerçevesinde cevap vermek laf yetiştirmek yerine eleştirilere kulak verip “Doğru mu söylüyor?” sorgusu yapılmadan bir arpa boyu yol alınamaz Türkiye’de.
Öte yandan en önemli yıpranmışlığın yaşandığı adalet kavramı üzerinden yeni bir güven inşa edilmedikçe, hukukun üstünlüğünün tartışılmaz bir gerçek olduğunu topluma kabul ettirmedikçe alınacak her türlü önlemin boşa çıkacağını ben değil ekonomistler söylüyor. Rakamlar üzerinden siyaset yapmak yerine artık yaşanmışlıklar üzerinden hayatımıza şekil vermeden siyaset kurumu hiçbir sorunu çözemez, hiçbir soruna nefesi yetmez.
Siyaset kurumu kendini yenilemedikçe toplumdan karşılık bulamaz. Bu hem Eskişehir siyaseti açısından, hem de Türkiye siyaseti açısından böyledir. Bu gerçeği görmezden gelenlere bir Eskişehir hatırlatması yapalım. İnanmayanlar Eskişehir’e şöyle bir alıcı gözle baksınlar.