Türkiye, “faiz lobisine” karşı uzun süre direndi ama sonunda teslim oldu. Faizler roket hızı ile yükselmeye devam ediyor. Faiz ile üretimin birbirine düşman olduğunu bilmek için ekonomi uzmanı olmaya gerek yok. Demek ki bir süre daha, azıcık nefes almak pahasına, o meşum az gelişmişlik kıskacına mahkûm olacağız.
Özellikle de finans ve iş dünyasının zenginleri, önde gelenleri Türkiye’nin faize karşı mücadelesini kesintiye uğrattılar. Üretime dönüşsün diye verilen kaynaklar, faizcilerin direnişleri ile sona erdi.
KENDİ KÜPLERİNİ DOLDURDULAR
Zincir marketçiler, gıda toptancıları, otomotivciler, müteahhitler, lojistikçiler, dev internet perakendecileri, müteahhitler başta olmak üzere, hepsi birlikte faize karşı mücadeleyi kısa dönemde küplerini doldurmanın aracı olarak gördüler. Servetlerine servet kattılar. Siyasilerde dünyadaki gelişmelere cephe alamadı. Karşı duramadı.
ADLİ TATİLDEN SONRA
Bu ortamda adli tatilin bitmesi ile birlikte konkordato başvurularının patlama yapabileceği söyleniyor. Firmaların bankalara olan kredi borçlarını ödemekte zorlandıkları için konkordato yoluna gittikleri söyleniyor. Adli tatilin bitiminden önce piyasaya çok şehir efsanesi de gelir. Konkordatoyu haklı yapanlar da var ama kötü niyetine çare olarak kullananlar bulunuyor. Bankaya borcun vardır. Anlaşabilirseniz ancak vadeyi uzatırsınız. Ticari borç vardır ama karşılığında mal da vardır. Elindeki malını alacaklıya verirsin. Bankalarda o yok. Kesinlikle ödeyeceksin diyorlar. Üçüncü taksitten sonra parayı istiyorlar. Şirketler de bunun üzerine basıyor konkordatoyu. Şirket bunu yaparken ekonomik zorluklar yüzünden yapıyor. Şirketin yaşaması için konkordato imkan sağlıyor. Önümüzdeki günlerde bu tür gelişmelerin çok olacağı kesin. Bugün bu ortamda kendini çeviremeyen firma konkordato ilan eder. Tabi suistimaller ve şirket soymalar da çok oluyor.
İFLAS ERTELEMEYE DÖNDÜ
İflas erteleme uygulamasının piyasada ortaya çıkardığı yıkıcı etkiyi ortadan kaldırmak için konkordato uygulaması, dönüp dolaşıp iflas erteleme gibi kullanılmaya başlandı. Gerçekte ödeme gücü olan firmalar, mali kayıtlar üzerinde kalem oynatarak ödeme sorumluluklarından kaçarken, işini hakkıyla yapmış firmalar alacaklarına ulaşamadıkları için sıkıntıya düşüyor. Piyasa barışını ve güveni bozarak orta vadede yıkıcı sonuçlar doğurabilecek bu yaklaşımı çok iyi izlemek ve hileli finansal raporlama yoluyla konkordato uygulamasının suistimal edilmesine engel olmak gerekiyor.
ESKİŞEHİR’DE DE GÖRÜLÜYOR
Enflasyonist ortamın getirdiği suiistimaller zinciri de var. Piyasa borçlarını bir biçimde yöneten firmalar yüksek faiz, yüksek enflasyon baskısı altında bankalara olan taahhütleri karşısında sıkıntıya düşmeye başladı. Bu durum kimi kötü niyetli firmaları konkordato yoluyla bankalara olan borçlarını yönetme eğilimine sokmuş olabilir. Eskişehir Organize Sanayi Bölgesi ve Eskişehir KOBİ’lerinde bu durum görülüyor. Asıl amaç enflasyonist ortamın yarattığı belirsizlikte zaman kazanmak ve böylece faizden ve icra takiplerinden kurtulmak olabilir. Bu dönemde ticaret mahkemelerine çok önemli bir görev düşüyor
BATIYA MUHTAÇ DEĞİLİZ
Amerikan Bankaların, Atlantik’in siyasi gücünü tamamlar. Atlantik medyası, sineması hepsi bir bütün olarak düşünülmelidir. Amerikan Bankaları Türkiye’de ekonomi yönetiminde değişiklik yapıldığı günden başlayarak,”Faizlerin arttırın. Döviz kurları yükselsin” dediler. Herkes acil para bulmaktan söz ediyor. Para gelmeyince batarız fikri topluma inandırılmaya çalışılıyor. Batıya mahkum olmamız algısı yayılmaya çalışılıyor. Türklerin yurtdışında 500 Milyar dolar tutarında paraları olduğu söyleniyor. Başka bir deyişle ülkemiz bu para ile batıya kredi vermiş anlamı da çıkar.
KASALAR DOLDURULDU
Ekonomide yaratılan güvensizlik ile yurttaşlarımızın yastık altına para karşılığında döviz ve altını var. Çok kişi bankaların kasalarını altın ve döviz ile doldurdu. Devletimizin güven verip, kararlı duruşu önem taşıyor. Türkiye batıya mahkum edilmemelidir. Bu mahkumiyeti 100 yıl önce Sevr ile gördük. Lozan ile geri aldık.
ÜRETİM VE İHRACAT
Ekonomide kurarlar belidir. Özal ile başlayan serbest piyasa anlayışı, bizi bu hale getirmiştir. Türkiye’de üretilebilen mercimekten, otomobile kadar hiçbir şeyi dışarıdan almayacağız. Üretimi artıracağız. İhraç edeceğiz. Paramızın değeri artacak. Üreticimiz gülecek. Atatürk bu politikaları, Cumhuriyet’in ilk yıllarda dünya ekonomik olarak büyük bunalımdayken uyguladı. Atatürk aramızdan ayrılışından sonra devletçi, halkçı karma ekonomi modelinden vazgeçildi. Sonra olanlar oldu. Atlantik sistemine bağladı. Zaman içinde mercimeği bile Latin Amerika’dan aldık. Şimdi, Atatürk’ün ve Cumhuriyet’i kuranların denenmiş ekonomi politikalarına dönme vaktidir.