Üniversite yıllarımızın son günleriydi. Bir gün sabah kalktık TRT radyolarında “Hasan Mutlucan türküleri ile sarsıldık!” Belki bugünkü kuşakların hiç biri hatırlamayabilir ama bizim kuşağın Hasan Mutlucan dendiğinde tüyleri bir başka kabarır. O tok ve gür sesiyle kahramanlık türküleri söyleyen, mehtere eşlik eden farklı bir sanatçıydı. Ama O 12 Eylül 1980 darbesinin bir anda simge sesi olmuştu.
1970 ile 1980 arasında ülkede ellerine silah tutuşturulan ve birbirleri ile kavgaya zorlanan ve binlerce gencimizin hayatına mal olan karanlık yılların ardından “asker yönetime el koymuştu!” 27 Mayıs 1960 ve 12 Mart 1971 yıllarından sonra asker bir kez daha siyasete ve ülke yönetimine müdahale ediyordu. 27 Mayıs 1960’ın ardından tam toparlanmaya başladığımız ve demokrasimizin kilometre taşlarını döşemeye başladığımızda üniversitelerde başlatılan ve sonra sokaklara yayılan eylemlerin sonucunda 12 Mart 1971 tarihinde zamanın Demirel hükümetine “muhtıra” veriliyor ve Demirel ve kabinesi hükümetten çekiliyordu. Sonrasında CHP’den istifa ettirilen Nihat Erim ve ardından Ferit Melen’in başbakanlığında kurulan hükümetler üzerindeki asker gölgesi ve devam eden sokak çatışmaları. Kurtarılmış bölgeler, cinayetler, grevler derken tepemize inen demir yumruk. O zaman kardeş kavgasını körükleyenler, darbeye çanak tutarken demokrasimize de yeni bir istikamet çizmek için adımlar attılar. 11 Eylül’de akan kan ne hikmetse 12 Eylül’de duruyordu. Sonraki acı yıllar “bir sağdan, bir soldan” diye genç fidanların idam edilmeleri… Siyasi partilerin kapatılması, Anayasa’nın ortadan kaldırılması, Sıkıyönetim Mahkemeleri ve boşu boşuna yıllarca hapishanelerde çürütülen gençlik… Suçları ne mi? Suçları “Komünistler Moskova’ya” veya “Bağımsız Türkiye!” diye bağırıp gezmek. Sadece bu iki söylemin arkasına saklanarak eylem yapmak. Düşünmeden, konuşmadan eline tutuşturulan silahla, kim ve neden olduğunu bile bilmediği bir diğer vatan evladına kurşun sıkmak!
Neresinden tutup anlatalım? Hasan Mutlucan türkülerine belki bir daha ihtiyaç olmadı ama demokrasimiz gerçekten büyük yaralar aldı. Bir türlü toparlayamadık. Darbenin başı zamanın kudretli generali Kenan Evren o günlerde şöyle diyecekti; “Karılarımızın bile bu darbeden haberi yoktu!” Onlar öyle dedi demesine de ABD ting tangları ve ABD üst düzey yöneticileri de, “Bizim çocuklar Türkiye’de darbe yaptı” şeklinde konuşarak onu yalanlayacaklardı.
Sanıyorum bu yazı pek çoğunuz için ilgi çekici bir yazı değil. Ama bir tarihe tanıklık etmiş kişilerden birisi olarak o günleri hatırlatmak adına tarihe not düşeyim istedim. Bizim kuşak sağcısı ve solcusuyla aslında ülkesine ve milletine sahip çıkmaktan başka bir niyeti olmayan ama düşmanlaştırılan ve kutuplaştırılan, zaman zaman da hata yapabilen bir kuşaktı. Darbenin hemen ardından hapishaneler doldu. İşkencelerle pek çoğu zihinlerinde bedenlerinde unutulmaz acılarla yaşamaya mahkum edildiler. Aradan yıllar geçti sonrasında hem sağcısı hem solcusu kuklayı oynatanların ve kardeş kavgasını körükleyenlerin tek bir merkezden hareket ettiklerini anladılar. Ödedikleri ağır bedeller ise hafızalarında acı birer hatıra olarak kaldı.
Bilinmesi gereken en önemli şey bu yaşanan acı tecrübelerin unutulmaya yüz tutmasıdır. Aslında geçmişimizden ders alsaydık bugünleri yaşar mıydık? Dün körüklenen kardeş kavgasının yerini ne yazık ki bugün yine ayrıştırma, düşmanlaştırma ve ötekileştirme projeleri ile farklı boyutları ile yaşıyoruz. Milletimiz ve devletimiz üzerindeki emelleri sebebiyle ülkemizi parçalayıp yok etmek isteyenler küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyetinin 100 yılı aşkın sürdürdüğü varlık ve beka davasını bugün de akamete uğratmak için kirli tuzak ve planlarından vazgeçmiş değiller. O sebeple her birimiz uyanık olmak ve uyanık kalmak zorundayız.