Şöyle hemen yakın geçmişi hatırlayalım… Samimiyetini, hoşgörüsünü ve sıcaklığını aradığımız çocukluğumuzun bayramları için “Nerede o eski bayramlar?” sorusunu sorduğumuz çok olmuştur. Analarımızın eliyle yorgan iğnesi marifetiyle diktiği entarimizi(Gömleği), babamızın aldığı “cizlavat lastik ayakkabıları” yastığımızın altına koyup bayram sabahını hayal ettiğimiz günlerdeki komşuluğu, dostluğu, kardeşliği, paylaşmayı hep özledik.
Bir zamanlar, elektriğin olmadığı, hocaların cami minaresine çıkıp avazlarının çıktığı kadar yüksek sesle okudukları ezanların ardından köy meydanından sokaklara dağılarak “ezan okundu çorba döküldü” nidalarıyla evlerine koşan çocuklar idik. Bağırırdık sokaklarda, “hasta çorbası tasta” diye… O çocuksu mutluluk hiçbir şeye değişilmez sanırdık. Ya davulun olmadığı yerde teneke çalarak insanları sahura kaldırmak için maniler söyleyip gezen köy kahyalarını ne yapacağız…
Aslında özlediğimiz “samimiyet, gerçek hoşgörü ve riyasız sevgi ve saygıdan” başka bir şey değildi. Özlem duyduğumuz o günlere öykünürken, dünyayı etkisi altına alan, gözle görülemeyecek kadar küçük bir virüsün üzerimize kabus gibi çöktüğü hepimizi evlerimize hapsettiği günlerde, yakın geçmişte; ziyaretlerle, kucaklaşmalarla, baklavalarıyla, şekerleriyle, ikramlarıyla kutladığımız kentleşmiş bayramlaşma geleneklerimizi bile özler hale geldik. “Candan bayramlaşmalar” yerini ne yazık ki “camdan bayramlaşmalara” bıraktı. İnsanların arasına sosyal mesafe diye isimlendirilen, fiziki mesafeler girdi. Dedelerin, babaanne ve anneannelerin, baba ve annelerin çocuklarıyla aralarına ne yazık ki “sosyal mesafe” dediğimiz duvarlar girdi…
Bir bayram harçlığı, bir kolonya, ya da küçük bir tabakta her kapıda ikram dilen birkaç dilim baklava, yaprak sarmasının yerini cep telefonlarında yer alan emojiler aldı. İftar sofralarındaki sıcacık bir tas çorba ikramıyla paylaşılan samimiyetlerin yerini ramazan kolileri aldı. Şükür o günleri de geride bıraktık…
Yeniden candan bayramlaşmalara döndüğümüz için şükretmemiz gerekiyor. Biz eski bayramlara özlemimizi anlatmaya çalışırken burun kıvırdığımız dedelerin torunlarına harçlık verdiği, yanaklarından öptüğü, torunların büyüklerin ellerini öpüp aldıkları harçlıklarla mutlu olduğu bayramları yeniden yaşayabilecek miyiz?
Bu bayram biraz daha buruk, biraz daha hüzünlü insanımız için. 6 Şubat tarihinde yaşanan ve ülkemizin geniş bir bölümünü etkileyen resmi rakamlar ile 50 binin üzerinde canımıza mal olan depremde kaybettiklerimizin acıları henüz çok taze. Bu bayramı devlet ve millet olarak bu yaraları sarmak için bayramı fırsat olarak görelim. Geçmişte sevinçlerimizi paylaşarak çoğalttığımız gibi bugün hüznümüzü paylaşarak azaltalım. Çünkü biz birlikte güçlü, birlikte Türkiye’yiz.
Sağlıkla yine de acıların, zulümlerin son bulduğu mutlulukla bugünleri bile aramayacağımız nice bayramlara…