Takvimler, 1928 yılını gösterdiğinde Cumhuriyetimizin henüz 5 yaşındadır. O dönemde, mücadele ettiğimiz batılılar, Türkiye Cumhuriyetinin gelişimi ve gideceği noktayı merak etmektedirler. Hollanda Merkez Bankası Başkanı Gerard Vissering gözlem yapmak için Ankara’ya gelir ve Avrupa’ya yazdığı rapor, Türk Mucizesini dünyaya tanıttı.

Vissering, Avrupa tarafından, verilen görev nedeniyle kalem aldığı ‘Türkiye’nin parası nasıl istikrara kavuşturul’ konulu raporunda şu görüşlere yer verir:” Türkiye, dış borç almadan parasını istikrara kavuşturabilir. Altın ve döviz rezervleri yeterli, bütçe dengeli, gelirler giderleri karşılıyor. Dış yardıma gerek yok.”

MUCİZE GİBİ

Bu yazdıklarım, 1928 yılında belgeli olarak arşivlerde yerini almıştır. O dönemde Türkiye’de ekonomik durum, bir mucize olarak görülürken, Yunanistan, Bulgaristan ve Avusturya raporu hazırlatan kurumdan borç para almaktadır. Bu raporu ‘Türkiye dış krediye ihtiyaç duymadan kendi mali ve parasal egemenliğini tesis eden tek yeni devlettir’ şeklinde de yorumlayabiliriz. Kısacası; 1928’de genç Türkiye’nin, mali, finansal ve parasal direnci milli mücadelede savaştığımız, ülkelerin hayranlığına neden olmuştur. Atatürk ve Cumhuriyetimizin genç kadroları, birkaç yıl içinde kurdukları Türkiye Cumhuriyetini en az 100 yıl ileriye götürmüşlerdir.

BUGÜN DAĞARCIĞIMIZ DEĞİŞTİ

Atatürk’ten sonra, ise yavaş yavaş, tekrar batılıların dümen suyuna girdik. Bugünde bizi biz olmaktan çıkaran, politikalar dünya ile bütünleşme ve de demokrasi, insan hakları gibi süslü laflarla birlikte söylenmeye devam ediyor. Bugün’ Ev Gençliği’, ’Mezuna Kalmak’ gibi deyimler, cümleler yaşamımıza girdi. Türkiye’de 4 milyon, Eskişehir’de ise 4 bin civarında ev genci olduğu tahmin ediliyor.

ESKİŞEHİR’DE DE SAYI ARTIYOR

Ev gençlerini, ne çalışan, ne okuyan ne de iş arayan’ ya da ‘ne eğitimde, ne istihdamda’ olarak değerlendirebiliriz. Ev genci dediğimiz kişiler herhangi bir eğitim almıyorlar, iş arayışında değiller ve ekonomik olarak ailelerine fazlasıyla bağımlı durumdalar. Bu gençlerin sosyal çevreleri ise çoğu kez aile, yakın akraba ve yalnızca birkaç arkadaştan ibaret olduğu görülüyor. Okullarını bitirip, iş aramış ve de bulamadıkları için iş aramaktan vazgeçmiş gençleri de bu kategoriye dahil edebiliriz. Mezuna kalmak ise , lise ile üniversite arasında duran genç nüfusu tanımlamak için günümüzde kullanılıyor. Birkaç yıl üniversite şansını değerlendiren bu kesim, sonra ipin ucunu bırakıyor. 3 milyon gencin üniversite kapılarında olduğu ülkemizde, lise ile üniversite arasında duran gencimiz ne yapabilir? Gündelik hayatta pek de görünür olmayan gençlerimizin, gelecek sorunu var. Nitelikli işgücünün güçlü olduğu Eskişehir’de bu gençler, kendilerine sahip çıkılmasını bekliyor.

Avrupa Birliği ülkelerinde 15-29 yaş grubunda eğitime katılmayan ve ya da işsiz ev genci oranı ortalama yüzde 18’lerde olduğu tahmin ediliyor. Türkiye de bu rakamın yüzde 35.6 olduğu uzmanlar tarafından kabul ediliyor. Eskişehir’de sayının 4 binlerde olduğu hepimizin konunun çözülmesi için düşünmemiz gerektiriyor. Gençlere, yol göstermek ve pek çok engel arasında yürümelerini sağlamak gerekiyor.

KRİZ DERİNLEŞMESİN

Gençler arasında, işsizlik ve eğitimsizlik artıkça, bu gençlerde depresif bozukluk, anksiyete bozukluğu, oyun, internet, kumar bağımlılığı gibi birçok psikiyatrik hastalıklar daha sık görülebiliyor. Krizde derinleşiyor. İşsizlik, için en kestirme yol Atatürk Devrimi’nin ilkeleri tekrardan yaşama geçirilmelidir. Ama boş işleri bir kenara bırakmalıyız. Geçmişte yapmışız, Batının arşivlerin bile yaptığı tespitler var. Bugünde yaparız. O günden bu yana daha fazlalığımız, daha birikimimiz var.