Geçtiğimiz günlerde, “Sokağın sesi eskisi kadar gür çıkmıyor” başlıklı yazımda özetle şunları yazmıştım:
“Toplumda rahat bir nefes alan kesim ne yazık ki yok. Özellikle emeği ile geçinen ücretliler ve küçük sermaye ve büyük emekle geçinen üreticiler büyük sıkıntılara katlanmak zorunda… Tuzu kurular mı? Onları sormayın.. Hele hele “Muhafazakarlıktan burjuvalığa terfi etmiş” varlıklı kesimlerin artık insanlara yukarıdan baktıklarını görünce insanın gerçekten canı sıkılıyor. Memleketteki sıkıntıları sıralayınca diyorlar ki; “Kafeler dolu, lüks mekanlar büyük AVM’ler insan kaynıyor. Madem insanlar yoksul bunların ne işi var?” Sorunun cevabı çok basit aslında. Toplumun yüzde 10’luk kesimini bile temsil etmeyenleri örnekleyerek yüzde 90’nın katlandığı sıkıntıları görmezlikten gelmek gerçekten çok büyük bir ayıp. Bu ülkede 16 milyon emekli var. Bu 16 milyon emeklinin aldığı ortalama maaş 20 bin lira civarında. Bu emeklilerin 3 milyona yakın kısmı en düşük emekli maaşı olan 16 Bin 881 liralık maaşla geçim savaşı veriyor. Yine milyonlarca asgari ücretli artık ortalama bir ücret haline dönüşmüş 22 bin 104 lira ile varlık savaşı veriyor. Ortalama kiranın 20 bin lira civarında seyrettiği bir ülkede gerçekten ne asgari ücretle ne de en düşük emekli maaşıyla sağlıklı bir geçim sağlamak mümkün. Türk Milleti’nin dayanışma ruhu olmasa durumumuz gerçekten çok daha perişan olurdu. Vatandaş yorgun, vatandaş her geçen gün umudunu kaybediyor ve işin doğrusu vatandaş “Herkes başının çaresine baksın” moduna girmiş durumda. İşte asıl korkulması gereken ve endişeye sebep olan da tam da budur. Özetle binmişiz bir alamete Allah sonumuzu hayra çıkarsın…”
Böyle düşünen sadece ben değilmişim. Yapılan bir araştırma haberini izledim. Yabancılar dahil Türkiye’de insanların geçmişe göre daha mutsuz olduğunu bu araştırma sonuçlarından da anlayabiliyoruz. Hatta birkaç yıl öncesine göre bile daha mutsuz, daha umutsuz bir toplum haline dönüşmüşüz… Hem ekonomik olarak hem de psikolojik olarak toplumsal bir sıkışmışlığın sonuçları nereye varır onu bilemem. Ancak umudun tükendiği her dönemde insanların içine kapanması, daha da mutsuz hale gelmesi gerçekten kaçınılmaz sorunları da beraberinde getirir.
Sık sık tanık olduğum saygı sınırlarının da zorlandığı bir durumdan burada söz etmezsem yanlış olur. Yaşanılan ekonomik, sosyal ve psikolojik sıkışıklığın meydana getirdi, “Herkes başının çaresine baksın” modunun gereği saygı sınırlarının da zorlandığını gözlemliyoruz. Geçtiğimiz günlerde tramvay durağında bekliyorum. Tramvay durdu. İnsanlar içeriden inecek kapının önünde tam bir izdiham.. İnişler sürerken iki genç ısrarla içeriyi zorluyor. Aradan insanları ite kaka daldılar. Birde baktım ki koltuklara oturdular. Hemen yanlarında hamile bir bayan ve birkaç adım ötesinde ayakta zor duran yaşlı bir kadın… Orada bulunanların hiç birisinin umurunda değil. Herkesin elinde bir telefon, kulağında kulaklık sanki birkaç dakika bakmasalar kıyamet kopacak. O arada bir beyefendi seslendi, “Gençler hamile bir bayanımız var. Lütfen biriniz yer verir misiniz?” Emin olun kimse umuruna bile takmadı. Orta yaşın üzerinde bir kadın kalkıp hamile bayana yer verdi. Hamile bayan o koltuğa oturmak istemedi ancak oradakilerin ısrarı ile oturdu. O an zaman zaman övdüğüm Z kuşağının da ne kadar deformasyona uğradığını bir kere daha anladım. Bu arada 12 yıllık zorunlu eğitimin kısaltılması gündemde imiş. Sebep sonuçtan çok galiba eğitimin süresinin değil niteliğinin değiştirilmesi gerektiğini birileri anlamıştır sanırım. “Umurlarında mı?” diye sorsam. Bütün bunları düşünürken “Biz bu saygısızlıkları hak edecek ne yaptık? Bu saygısızlığı daha ne kadar kaldırabiliriz?” sorularının cevaplarını da aramamız gerektiğinin altını çizmeliyim. Böyle bir toplumda mutlu olmak için bir sebep var mı sizce?