Herkes bu satırları okurken Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile ilgili neler yazacağımı merak ediyordur. Şimdi bu konudaki görüşlerimden önce geçmişe dair sizlere kısa nostaljik tarihçe sunmak isterim. Çünkü nereden nereye geldiğimizi anlayabilmek için bazen bunu yapmak gerektiğine inananlardanım. Günü kurtarmak, popülist bir yaklaşımla daha fazla okunmak ve daha çok tık alarak şişinmek, böbürlenmek gibi bir derdim yok. Amacım gerçeklerin üzerindeki örtüyü kaldırmaya çalışmak, tarihe not düşmektir.

Türkiye koalisyonlar döneminden çok çekmişti. Özellikle 1980 öncesi pazarlıklar, tartışmalar, koalisyonların kısa süreli olması istikrarsızlığın, hatta başıboşluğun temel sebebi gibi gösteriliyordu. Demokrasilerde uzlaşma kültürü son derece önemli sacayaklarından birisi olmasına rağmen 1970-80 arasında bir türlü bunu başaramadık. Yetmedi aynı dönemdeki siyasi istikrarsızlığın sebep olduğu, açıkça yabancı güçler tarafından da körüklenen gençler arasındaki silahlı mücadele, kurtarılmış bölgeler beş binin üzerinde gencimizin hayatına sebep oldu. Sonunda zemini önceden hazırlanan askeri darbe gerçekleşti. Türkiye’de yeni bir acılar devri açıldı. Gençlerimizin arasındaki kardeş kavgası gerekçelendirilerek askeri rejim tarafından “bir sağdan, bir soldan” gençlerimizin idam sehpalarına gitmesiyle acılarımız biraz daha katlandı. Bir dönem acılarımızı yarıştıranlara da tanıklık ettik ya neyse…

Askerler demokrasiyi askıya aldıkları gibi yeni siyaset mühendisliğine soyunmaktan da kendilerini alamadılar. Sonraki yıllarda 40 yamalı bohçayı da geçen 12 Eylül 1980 darbesinin sonucu hazırlanan 82 Anayasasına konulan yasaklar ve barajların demokrasimiz üzerindeki tahribatını bir türlü tamir edemedik. Ardından yüzde 10 barajına rağmen yeni koalisyonlar dönemi başladı. 28 Şubat post modern darbesine kadar yaşadıklarımız Türkiye’nin enerjisini yine boşa harcamasına sebep oldu. 28 Şubat’ta görüldü ki askeri vesayet dönemleri henüz bitmemişti. 5 Nisan kararları, gecelik faizlerin yüzde 7 Binleri bulması, Anayasa fırlatmalar yeni sorunlu dönemlerin akılda kalan notlarıydı. Anayasa değişiklikleri vesaire derken 15 Temmuz hain darbe girişiminden sonra sistem değişikliğine gidildi. Yeni sistemin adı “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” oldu. Yeni sistemin omurgasını ise yüzde 50+1, yani yarıdan bir fazla oy oluşturacaktı. Ayrıca işbirliği ve ortaklıklar ile ilgili görüşmeler ve anlaşmalar seçimden önce protokole bağlanacaktı. Sistem 2018’de hayata geçirildiğinde eksiklerine rağmen işledi. 2023’de ise yaşadıklarımıza inanmak gerçekten zor. Seçim öncesi parlamento için ittifaklar yapıldı. Ancak Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonuçlandırılamadı.

Sonuçta Türkiye arızalarından kurtulmak için tercih ettiği yeni sisteminden kaynaklanan yeni bir durumla karşı karşıya kaldı. Cumhurbaşkanlığı için en çok oyu alan iki adaylı bir seçime daha gidiyoruz. İkinci tur seçimlerine giderken yeni arayışlar, daha birkaç gün önce birbirlerini kıyasıya eleştirenler arasında yeni işbirliği arayışları ve perde arkasında yaşandığı iddia edilen pazarlıklar şahsen benim içime sindirebildiğim bir şey değil. Bu eleştirimi sakın tek taraflı yaptığımı sanmayın her iki taraf açısından da sisler içinde kalmış aydınlatılmayı bekleyen bir takım pazarlıkların nasıl cereyan ettiğini seçimden sonra anlayacağız. Hiç kimse yaşananların vatandaşın gözünden kaçtığını sanmasın. Hiçbir seçim döneminde toplum bu kadar politize olmamıştı. Herkes geçim derdini unuttu, sanki seçim sonucu sorunlarını akşamdan sabaha çözecekmiş gibi seçim sonuçlarına odaklandı. Hem öylesine bir odaklanma ki ortadan karpuz gibi ikiye bölünmüş bir halde seçimi kimin kazanacağını merak ediyoruz. Sahi seçimi kim kazanır? Açıkça buraya yazıyorum seçimi kim kazanırsa kazansın Pazartesi sabahı biz vatandaşlar gerçek sorunlarımızla yüzleşeceğiz bundan kuşkum yok..