Nihayet Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunu da dün tamamladık. Bu yazıyı kaleme aldığım saatlerde henüz sandıklar açılmamıştı. “Kim kazandı, kim kaybetti?” bilmiyorum. Cumhurbaşkanı Erdoğan mı, yoksa muhalefetin adayı Kılıçdaroğlu mu seçildi? Bu sorunun cevaplarından bağımsız olarak yazıyorum. Bugün şöyle etrafınıza durun bir bakın, hayatınızda dünden bugüne değişen ne var?

Ne diyordu şarkıda? “Yıkılmadım ayaktayım. Dertlerimle baş başayım. Zalimlere kötülere yenilmedim buradayım.” Tam da bu noktayız. Seçimin gürültüsü arasında ihmal ettiğimiz geçim, kira, sağlık her ne derdiniz varsa bugün onlarla baş başa kaldığımız gerçeği ile yüzleşme vakti. Elbette vatandaşlık görevi son derece önemli. Vatandaş olarak hepimizin elindeki son kartımız sandığa götürüp verdiğimiz oy. Ancak miting meydanlarında, televizyon ekranlarında ve sokakta seçim döneminde kullanılan ağır dilin yaptığı tahribat da üzerimize yük olarak kaldı. O sözler sebebiyle çok yakından tanıdığım bazı kişilerin devam eden dostluklarının zarar gördüğüne tanık olduğum için kendimi gerçekten üzgün hissediyorum. Ya seçim meydanlarındaki, televizyonlardaki dilin sadece orada kalmadığını görmek, aynı sokakta oturan komşuların aralarına kadar girmesi sosyolojik bir vaka olarak tamiri güç tahribata sebep olduysa bunun sorumlusu olanların söz konusu tahribatın düzeltilmesine emek verseler ne olur? Olan oldu diyemeyiz… Siyasette böyle şeyler olur da diyemeyiz, dememeliyiz. Kadim toprakların kadim sahiplerini kardeşleştiren, birleştiren, kucaklaştıran yerli ve milli kültürümüzün köklerinin bize emrettiği bir dili kullanmak aslına bakarsanız hiçbir siyasetçiye bir şey kaybettirmezdi. Ama ne yazık ki, biz önce yıkmayı çok sevdiğimiz(!) için, ne var ne yoksa tarumar etmek, narsistçe davranmak mutluluk(?!) sebebimiz gibi duruyor.

***

Unutmayalım deprem diye bir gerçeğimiz var

6 Şubat tarihinde yaşadığımız büyük felaketin hem can hem de maddi kayıplarının faturasının ne olduğunu tam olarak bilmiyoruz. Ancak bu faturanın çok ağır olduğunu biliyoruz sadece. Bu kadar büyük acıların yaşandığı günlerden sonra ülkenin bir numaralı gündem maddesinin seçime evrilmesinin ardından, “deprem” gerçeğini unuttuk mu acaba?

Yine, yeniden “imar barışları” düşülür mü dersiniz? Ya da başta İstanbul olmak üzere gerçek bir afet planı hazırlayarak değişim ve dönüşümün hızlı adımları atılacak mı? Merak ettiğimiz budur. Örneğin depremden hemen sonra Eskişehir’de İnşaat Mühendisleri ile yapılan değerlendirme toplantılarında alınan kararlar ne oldu? Eskişehir’in yaşanabilecek olası bir depremde durumumuz ne olur? Bu konuların süratle masaya yatırılıp çözüm önerileri ve hayata geçirilenlerin de kamuoyu ile paylaşılması kaçınılmazdır. Bu konuda belediyelerin de İMO tarafından oluşturulan heyetinde bağımsız ve net ifadeler ile yapılması gerekenleri kamuoyu ile paylaşılması ve gerçekçi bir eylem planı hazırlığı yapılmalıdır.

Her deprem sonrası konusunun uzmanlarından Can Ayday hocanın kapısını çalar meslektaşlarımız, Can hoca Kahramanmaraş merkezli deprem sonrası Eskişehir’deki aktif fay hatlarının 6-6.5 büyüklüğünde deprem üretebileceğini söylemişti. Yani gerçekçi bir uyarı yapmıştı… Şimdi bunun üzerinden “kapımızın önünü süpürerek” şehrimizin geleceği ile ilgili sağlıklı adımların atılması noktasında her türlü ön yargılardan uzak hareket edebilmeliyiz. Umarız bu konudaki yol haritası önümüzdeki günlerde paylaşılabilir. Zira anladık, gördük ki deprem ihmal edilebilir bir felaket değildir.