Takvimler Temmuz ayını gösterdiğinde Bağ-Kur ve SSK emeklileri için öngörülen yüzde 25’lik zam ile tam bir hayal kırıklığı yaşadılar. O gün yaşanan hayal kırıklığının farkına varan iktidar tepkiler üzerine önce emekliler için Ocak ayında bir iyileştirme sözü verdi. Ardından tepkiler ve sızlanmalar artınca Cumhuriyetin 100’üncü yıldönümü dolayısıyla bir defaya mahsus önce çalışmayan emeklilere 5 Bin TL’lik bir ikramiye gündeme geldi. Ardından emekliler arasındaki ayrımcılık yapıldığı gerekçesiyle kapsam dışı bırakılan çalışan emeklilerde Cumhuriyet ikramiyesinden yararlandırıldılar. Her şeye rağmen dişini sıkan ve ortalama 7 Bin 500 TL maaşa talim eden emeklilerin gözü kulağı Ocak ayında ortaya çıkacak rakamlara çevrilmişti. Zira Temmuz ayında “Ocak ayı” işaret edilmişti. Ocak ayına gelindiğinde de özellikle Bağ-Kur ve SSK emeklileri için yeni hüsranın kapısı aralandı. 6 aylık enflasyon farkına sadece yüzde 5’lik ilave zam yapılınca dargınlık, kırgınlık had safhaya çıktı. Bu defa da “ikinci Temmuz ayı” vaadiyle karşılaştılar.

Nasıl çıkmasın ki 6 ay öncesinden Ocak ayını iple çeken en azından yaşam şartlarının sürdürülebilirliği konusunda umutla beklenen maaş zamlarında emekliye göre tam anlamıyla hüsran yaşandı. Yüzde 37.57’lik enflasyon farkının üzerine 5 puanlık bir ilave ile emeklilerin durumunun düzeltilmesi mümkün değil. Elbette yüksek emekli maaşı alanlar açısından değişen bir şey yok. Ancak ortalama emekli maaşı nerede ise belirlenen asgari ücretin yarısından daha az iken emeklilere 10 Bin TL ile yaşa demek ne kadar mantıklı. Tamam ekonomik anlamda bir sıkışıklık olabilir ama bu işin faturasını sadece SSK ve Bağ-Kur emeklilerinin üzerine yıkmak ne kadar mantıklı. Daha önce Ocak ayını işaret etmişlerdi, şimdi de Temmuz ayını işaret ediyorlar. Tam anlamıyla Nasrettin Hocanın diken hikayesi gibi bir tanımlama ile izah edilebilir bir durum. Düşünün en düşük emekli maaşı 10 Bin TL’ye yükseltilecek ama ülkedeki asgari ücret 17 Bin TL olarak uygulanacak. Bunun izaha muhtaç bir tarafı da yok. Ülkenin şartları elbette sıkıntılı olabilir ama nimeti bölüştürürken üst katlara, külfeti bölüştürürken alt katmanlara yıkmanın kabul edilebilir bir tarafı yok. Gerçek o ki emekli kırgın, küskün ve kızgın.

Hangi emekli ile konuşsak, “Biz bugünleri de mi görecektik. Zaten bize zam yapılmadan önce piyasadaki her şeyin fiyatı arttı. Televizyonlarda görüyoruz Et Balık Kurumu’nun önünde saatlerce 1 kilogram kıyma alabilmek için saatlerce bekleyen insanlar kimseyi rahatsız etmiyor mu? Ahir ömrümüzde, hayatımızın son baharında bu kuyruklara da mı mahkum olacaktık? Evimizin ihtiyacını karşılayabilmek için market market dolaşmak zorunda kalıyoruz. Bize reva görülen hayat bu olmamalı” türünden şikayetlerde bulunuyor. Gerçekten hak vermemek mümkün değil.

Tüm emekliler çalışmıyor. Zaten gençlere iş imkanı yok ki emekliler için olsun. Çalışan emeklilerin pek çoğu da ya inşaat bekçiliği yapıyor, ya market reyonlarında hamallıkla meşgul. Onlar zaten asgari ücret bile almıyorlar. Neden mi? Karşıdakiler, “İşine gelirse!” mantığı ile yaklaştığı için böyle. Askıcılık, simitçilik yapan emekliler pek çok. Yara bandı ve mendil satanları, ayakkabı boyayanları, işyerlerinde ayakçılık yapanları, inşaatlarda soğuk sıcak demeden amelelik yapanları düşünün. Belli bir yaştan sonra insan nefsine değil insanın fiziki ve fizyolojik şartlarına yapısına aykırı işler pek çoğu.

Emeklinin durumu daha nasıl anlatılır bilmem. Bu şartlarda geçim savaşı veren insanların kırgınlıklarını, dargınlıklarını ve kızgınlıklarını da anlamak gerek. Bilmem anlatabildim mi? Onun için emekliler diyorlar ki zam mı, “Yüzde 5’i bozdur bozdur harca bitmez!”