6 Şubat tarihinde Türkiye asrın felaketini yaşadı. Yüz binlerce bağımsız konutun yerle bir olduğu on bir ilimizi derinden sarsan ve resmi rakamlar ile 50 binin üzerinde canımızı diri diri toprağın altında kaybettiğimiz Kahramanmaraş merkezli iki büyük depremin üzerinden çok zaman geçmedi. Milyonlarca vatandaşımız yerinden yurdundan oldu. Yine milyonlarca vatandaşımız oğlunu, kızını, eşini, anasını, babasını kaybetti. Yine çok sayıda vatandaşımız enkaz altından kurtarılırken uzuvlarını kaybetti sakat kaldı. Analar-babalar evlatsız, evlatlar anasız-babasız kaldı… Henüz yaralarımızı sarabilmiş değiliz, yaralarımızın kısa sürede sarılması da mümkün değil…
Bazıları bu anlatmaya çalıştığımızı anlayamayabilir. Ama düz söyleyelim. Millet olarak çok büyük bir felaket yaşadık. Bu felaket sırasında yaşadığımız acılar öyle yenilir yutulur birkaç günde, birkaç ayda hatta birkaç yılda unutulacak acılar değil… Hani derler ya; “yaşayan bilir!” Ne diyor şarkı sözünde; “Aşan bilir karlı dağın ardını. Çeken bilir ayrılığın derdini.” Tıpkı öyle… Yaşayan yaşadıkları ile baş başa kalınca bir kalın bulut kaplar gökyüzünü, bir derin hüzün kaplar insanın gönlünü…
Hani 17 Ağustos 1999 depreminden gerekli dersleri çıkarmıştık? Çıkardığımız ders yerine imar afları oldu. “ Devlet vatandaşı ile barışıyor” denilip beton yığınlarından mezarlara onay verdik… Bu defa da ders çıkardığımız söylenebilir belki… Ne zamana kadar derseniz? Onun zamanını ise kestiremiyoruz… çıkardığımız derslerin ve aldığımız önlemlerin sonuçlarını test etmek mümkün değil.
Örneğin Eskişehir depremden ne gibi sonuçlar çıkardı? Bir hamle yapıldı. Merkezdeki üç belediye mühendisler ile buluştu. Eskişehir’deki riskli alanlar ile yine riskli konutların gözden geçirilmesi kararlaştırıldı. Sonuç ve eylem konusunda henüz kamuoyu ile paylaşılan bir bilgi yok. Umut edelim ki bilgi paylaşımı yapılsın ve sonuçlar üzerinden hazırlanan eylem planları hayata geçirilsin, hayata geçirilen eylem planları yakından takip edilip sonuçlanana kadar titizlikle üzerinde durulsun.
Her şey bir tarafa yaşadığımız o toplumsal travmanın sonuçlarını henüz tüm sıcaklığı ile yaşarken Türkiye’nin gündemi seçim oluverdi. Seçim elbette çok önemli. Hatta gerçek ifadesi ile bu seçim tarihi bir seçim. Ancak bu seçim gerçek gündemin üstünü örtmemeliydi… Tüm televizyon kanallarında seçimle yatıp seçimle kalkıyoruz. “Geren, kutuplaştıran, tansiyonu yükselten siyasi açıklamaların gölgesinde kalan gerçek gündeme ne zaman döneriz?” asıl sorulması gereken soru da budur. Büyük acıların üzerinden siyaset yapmakta, acıları unutturacak ve gerilimi yükselten açıklamalar yapmakta sakıncalı. Bunu siyaset yapanların bilmemesi mümkün değil. Yapılan bile bile lades demekten başka bir şey değil. Siyasi tansiyonun yükseltilmesi iktidara mı yarar, muhalefete mi yarar? Vatandaş derdine çare arıyorken, sorunlarının dile getirilmesini ve çözüm yollarının tartışılmasını beklerken, tartışmalar ancak sorunların üzerini örtüyorsa sorunun cevabı da belli demektir.
Sıkıntılar sadece deprem bölgesi ile ilgili değil aslında. Ekonominin içinde bulunduğu ağır koşullar işçi, memur,emekli, esnaf ve özellikle de dar gelirli kesimleri derinden etkiliyor. Her sosyal sınıf kendi sorunlarına çözüm bekliyor. Sorunlara çözüm üretmek ve çözümleri kamuoyu ile paylaşmak varken, ağır ifadeler ile hiçbir yaraya mehlem olmayacak konular üzerinden güç gösterisi yapmak yarınlar adına insanı endişelendiriyor. Umarım seçimden sonra özellikle deprem bölgesinde yaşanan olumsuzluklar başta olmak üzere tüm sosyal kesimleri rahatlatacak önlemler alınır. Yoksa gidişat hiçte iyi görünmüyor.