Gazetelerden birinde “AKP’den ‘tersine göç’ hazırlığı: Taşınana teşvik verilecek” başlığıyla verilen haber dikkatimi çekti. Haberin özeti şöyle; “ Yazlarını memleketlerinde geçiren emeklilere, İstanbul'dan temelli taşınmaları halinde elektrikten su indirimine kadar birçok konuda teşvikler verilmesi gündemde. Büyükşehirlerde yaşamak istemeyen, iş bulmakta zorluk çeken, çalışan genç nüfus başta olmak üzere evini taşıyacak tüm grupların teşviklerden yararlanması da konuşulanlar arasında.”
Ne yazık ki köylerimizi boşalttık. Kırsalda artık çok yaşlı bir nüfus ve iş görmekte zorlanan insanlarımız kaldı. Bunları ben söylemiyorum sadece. Bunlar gerçek ve toplumun büyük bölümünde bu algı hakim. Geçtiğimiz günlerde bir dostumuzla konuşurken, “Kızıyoruz da bizim memlekette Suriyeliler tarlalarda çalışmasa, Afganlılar çobanlık yapmasa ne tarım ne de hayvancılık diye bir şey kalmaz” diyerek çok iddialı bir şey söyledi. O kadar değil diyorum kendi kendime.. Ancak yine de düşünmeden edemiyorum. Gerçekten bugün köyden kente bir umutla gelen ve ekmek parası kazanma arzusu ile fabrika fabrika gezen insanların asgari ücrete mahkum, varoşlarda yaşam mücadelesine rağmen köye dönmeyi düşünmediğini bildiğim insanları düşününce “acaba?” demekten kendimi alamıyorum. Bir kere şehrin tadını(!) almış insanların Anadolu tabiri ile “ar belasına” geri dönüşü düşünmemeleri, kırsaldaki hayat şartlarının zorluklarının da ötesine geçtiğini biliyoruz. Ne yazık ki gerçek böyle! Bugün binlerce kilometrekare tarım arazisinin ekilip biçilememesinin altında yatan sebep de bu değil mi?
Eken, biçen kısacası üreten, ancak ürettiğini karşılığını bir türlü alamayan insanların umut olarak gördükleri şehirlerin varoşlarındaki arayışın bugün tarım ve hayvancılığımızdaki kayıplarımızın önemli bir sebebi olduğunu herkes biliyor. Tohuma, yeme, fideye güç yetiremeyen insanların hiç olmazsa karın tokluğuna betonlaşan şehirlerde ekmek arayışlarının umuda dönüşmesinin sonuçlarını yaşıyoruz.
İşte bu sebeple yukarıdaki haberi, yani şehirden köye göçü teşvik eden uygulamayı çok önemsiyorum. Tam yeri gelmişken konuyla ilgili pişmanlığımı nakletmek isterim.
Pandemi dönemiydi. Sokağa çıkma yasağının uygulandığı günlerde, gençlerin köye dönüşünü teşvik eden proje çerçevesinde süt üreticiliğine soyunduğunu sonradan anladığım 25 yaşlarında genç bir karı koca bizim sokağın başına kadar gelmişlerdi. Gençler ile karşı karşıya geldiğimizde gençlerden bayan olanı utana sıkıla bir tavırla, “süt alır mısınız amca?” diye sordu. O an boş bulunup gençlere “hayır” deyiverdim. Gençler o dakikadan sonra ortalıktan adeta kayboldular. Sonra birden bende şafak attı. “Keşke” dedim gençlerin umudunu kırmasaydım. Hemen kendilerini aramaya başladım ama genç kardeşlerimiz çoktan kaybolmuşlardı. Aslında o kısacık göz göze geldiğimiz anda kullandığım “hayır” sözcüğüne o kadar pişman olmuştum ki. Bu pişmanlığı hala yaşıyorum. Çünkü o gün o iki genç karı-kocadan alacağım birkaç litrelik süt o gençlerin umudunu arttıracaktı. Onların bana söyledikleri “süt alır mısınız amca?” cümlesi onların belki de ilk deneyimi idi. O ağzımdan çıkan “hayır” sözcüğü o gençlerin umutlarını söndürmüş müydü? Beynimi kemiren soruda bu…
Çünkü bu ülkenin tarımı da hayvancılığı da sığınmacıları terk edilemeyecek kadar çok önemli ve değerli. Tarım ve hayvancılık bugün baktığımız pencereden “vatan savunması” kadar önemli. Bugün kırsal alanlarımızı boş bırakırsak yarın şehirlerimizde Allah korusun birilerinin ırgatı olarak bir ömür boyu karın tokluğuna çalışmak zorunda kalırız.