Tüketici haklarını savunan veya savunması gereken, zaman zaman da siyasi eğilimlerine göre sessizliğe gömülen tüketici derneklerinin nefesi mi kesildi ne?

Zamlar yağmur gibi yağarken nerede ise sessizliğe gömülen bu STK’ların konumları sorgulanmalı diye düşünüyorum. Akaryakıt zamları peşi sıra geliyor. Ekmek, simit, çay garibanın sofrasının lüks yiyecekleri sınıfına girmeye başladı. Zeytin, peynir ulaşılması güç gıda maddeleri oldu. Çarşı-pazarın hali bir başka… Emekliye verilen zamlar ortada… Ulaşımda artan maliyetler ve yapılan zamlar vatandaşı tam anlamıyla şaşkına çevirmişken tüketici derneklerinin sessizliğe gömülmesi kabul edilebilir bir şey. Asli görevlerinin dışında her konuda görüş belirten bazı derneklerin iş zamlara ve tüketici haklarına gelince “görmedim- duymadım- bilmiyorum” tavrı takınması kabul edilebilir bir şey değil.

Öte yandan dikkatimi çeken bir şey daha oldu. Akaryakıt ürünlerine 15 Temmuz gecesi 5 TL ÖTV zammı yapılırken kamuoyunda ortaya çıkan tepkiler ne yazık ki daha sonra kallavi bir şekilde gün aşırı yapılan zamlar ile nerede ise 40 TL’ye dayanan akaryakıt fiyatları karşısında kaybolup gitti. Tüketici derneklerinden birisi geçtiğimiz yıllarda toplu taşımaya yapılan zamlar ile ilgili davalar açıyor, açıklamalar yapıyordu. Yani bir itiraz kültürü vardı. Yine bir ara ekmek zammına da benzeri bir yasal itiraz söz konusu olmuştu. Ancak ne olduysa ondan sonra oldu diyebilirim. Zaman içerisinde “itiraz kültürü” kaybolup gitti.

Meşhur “alışamadım” hikayesindeki gibi… Sonra ona karşılık gelen “alışırsınız, bal gibi alışırsınız!” cevabını bilenler bilir. Artık yapılan zamlara tepki veremez hale mi geldik, yoksa alıştık mı? Öyle bir konuma geldik ki, “itiraz kültürümüz” bile kaybolup gidiyor. Elbette kırıp dökelim demiyorum. Öyle bir şey olmaz. Bizim kültürümüzün temelinde “ya devlet başa, ya kuzgun leşe” mantığı aslında çok doğru ve yerinde bir mantıktır. Ancak “altta kalanın canı çıksın” mantığına da itiraz edilmelidir. Zahmeti de, bereketi de birlikte bölüşmeliyiz. İtiraz edilen ve edilmesi gereken budur. Birileri halk arasındaki tabirle, “deveyi hamutuyla götürürken” birilerine “sen biraz bekle yemeğin suyundan kalırsa sana da bir şeyler vereceğiz” demek adaletsizliğine itiraz edilmelidir.

Bugün emekli gerçekten mağdurdur. Bu mağduriyetin sebebi ülkenin kaynaklarıyla ilgili sıkıntı olduğunu hepimiz biliyoruz. Ancak fedakarlığı hep birlikte paylaşmalıyız. Tasarruf söz konusu olduğunda ise hep birlikte tasarruf etmeliyiz. Tasarrufu sadece emeklinin ve asgari ücretlinin sırtına yıkarak haksızlık, adaletsizlik yapmış olmaz mıyız? Milletvekilleri de, belediye başkanları da, bürokratlar da, siyasetçiler de bu ülkenin paydaşı ise eğer onlar da fedakarlığa katlanmalı değil mi? Bunun adı işte o zaman sosyal adalet olmaz mı?

Türkiye’de sivil toplum örgütlerinin tüketici dernekleri de dahil olmak üzere etkisizliğinin sebebi nedir biliyor musunuz? Daha yola çıkarken kendini STK diye tanımlayan oluşumların kendilerini siyaseten bir alana konumlandırmalarıdır. Öyle olunca da “iyiye iyi, kötüye kötü” denilememektedir. Yola çıkılan kesimin hak ve menfaatlerinin savunulmasında bir süre sonra sıkıntıya düşülünce de ortalıkta tam anlamıyla bir sessizlik hakim olmaktadır. STK diyerek yola çıkan kurum bir süre sonra etkisiz eleman konumuna dönüşmekte, sohbet, muhabbet kurumu olarak yoluna devam etmek zorunda kalmaktadır. Aslında bu işleri siyaset üstü yapabilsek meseleyi çözeceğiz de, bir türlü o kıvama gelemedik.