6 Şubat tarihi yaklaşıyor. 6 Şubat hiç birimizin hatırlamak istemediği ve ülkemizin yaşadığı büyük felaketin yıldönümü. 11 İlimizi derinden sarsan, hepimizi kalbimizden yaralayan, insanlığı seferber eden resmi rakamlara göre 53 binden fazla vatandaşımızın hayatını kaybettiği, yüz binlerce insanımızın da mağduriyet yaşadığı, milyonlarca vatandaşımızın evsiz yurtsuz kalmasına sebep olan asrın felaketinden söz ediyorum.

Gerçek o ki bu büyük felaket bir başka muhtemel büyük felaketinde yaklaştığını bize hatırlattı. 17 Ağustos 1999’da yaşadığımız geçtiğimiz yüzyılın büyük depreminden sonra konuşulmaya başlayan Büyük İstanbul Depremini hatırladık. Türkiye bilimsel verilere göre bir deprem ülkesi. Yüz yıllar boyu depremle yaşadık, yaşamaya da devam edeceğiz. Depremin önlenmesine dair bir çalışma ne yazık ki yapılamıyor, ancak depreme karşı önlemler alınabiliyor. Bu konuda da somut ve sonuç alıcı adımlar attığımız söylenemez.

6 Şubat depremleri bizim bir gerçeğimizle yüzleşmemize sebep oldu. Beklenen İstanbul veya Marmara’da olabilecek muhtemel bir depremin sadece insanlarımızın can güvenliği açısından değil ekonomimizin de bu işten büyük yara alacağı gerçeğini göz ardı etmemeliyiz.

Geçtiğimiz gün İHA tarafından servis edilen bir haber dikkatimizi çekti. Bilmem kaç kişinin dikkatini çekti ama benim dikkatimi çekti. Haber de özetle şöyle deniliyor; “ Toplam ihracatın yüzde 51'ini gerçekleştiren üç il deprem tehdidi altında; "Acil eylem planı devreye sokulmalı" İstanbul, Kocaeli ve Bursa'nın deprem kuşağında olması ihracat üzerinde endişe oluşturuyor. Ekonomist Rahmi İncekara: "Milli gelirin yaklaşık yüzde 45’i Marmara Bölgesi'nden üretiliyor. Firmaların organizasyonel yapısını deprem riski az olan yerlere dağıtması gerekiyor

Haberin ayrıntılarında çeşitli rakamlarda var. Ülke ekonomisi için önlem alınması gerektiğini altı çizilirken “Acil Eylem Planı”ndan söz ediliyor. Yani ekonominin üretim alanlarının riski daha az olan bölgelere kaydırmak gerektiğinden söz ediliyor. Bu bağlamda en çok tercih edilen illerin başında da Eskişehir’in geldiğini biliyoruz. Eskişehir, hem limanlara nispeten daha yakın, hem de riskin daha az oldu illerden birisi olması sebebiyle yatırımcıların yatırımlarını taşımak isteyeceği yerlerden birisi olabilir. Bu konuda zaten bir kısım yatırımcının yavaş yavaş Eskişehir tercihini kullanmaya başladığını biliyoruz. Ancak Eskişehir bu konuya ne kadar hazır? Sadece yatırım alanlarını geliştirmek yetmez. EOSB’nin her türlü yatırıma hazır hale getirdiği ek bölgelerin olduğunu biliyoruz. Ancak bu yatırımların Eskişehir’e gelebilmesi için konut ihtiyacından, sosyal alanlara, eğitimden sağlığa uzanan çok geniş bir alanda özellikle merkezinde insan olan alt yapı hazırlığı gerekiyor. Yani bugünden yarına Eskişehir’in her türlü yatırım için “hazırız” demesini beklemek tam anlamıyla hayalcilik ve gerçeklerden kopmak olur.

Eskişehir “Acil Eylem Planı” içerisinde önemli bir yer alabilir. Yeter mi? Yetmez elbette. Adını koyduğumuz işin her türlü zeminini de hazırlamak bu kentin aktörlerine düşen en önemli görevdir. “Eskişehir yeni dönemde fırsatlar şehri olarak değerlendirilebilir ama fırsatçılık şehri olarak adlandırılırsa” ona üzülürüz. Bu gerçekler ışığında birbirimizle rekabet etmek yerine kafa kafaya vererek neler yapabilmeliyiz diye ince ince düşünmeliyiz ki gelecek kuşaklara gelişmiş, sürekli büyüyen sorun üretmeyen, sorun çözen bir kent bırakabilmenin heyecan ve onurunu birlikte yaşayalım.