Haydi hayırlı(!) olsun Eylül ayı enflasyon rakamları açıklandı. TÜİK verilerine göre Eylül ayında tüketici fiyatları yüzde 4.75 artmış. Yılbaşından bu yana da fiyat artışları yüzde 61.53 olmuş. Uzmanlar TÜİK’in son üç aylık verilerini gerçekçi bulurlarken diğer rakamlar konusunda aynı inceliğin olmadığını da belirtiyorlar.
Gerçekçi bir ifade ile emeklinin, asgari ücretlinin, sabit gelirli kesimlerin gelirleri yılbaşından bu yana yüzde 61.53 oranında alım gücünü kaybetmiş. Ücretli kesim içerisinde en fazla mağduriyeti ise Temmuz ayında maaşlarına sadece yüzde 25 artış yapılan emekliler yaşamış ve yaşamaya devam ediyor. Rakamların diliyle emeklilerin gelirleri yüzde 25’lik zammında Temmuz ayından bu yana yüzde24 civarında erimeyle yüzde 60 oranında küçülmüş. Hani derler ya “bu sıcağa bu kar dayanmaz!” gerçekten de öyle. Bu kadar yüksek enflasyona ve gelir kaybına emeklinin artık yüreği dayanmıyor. Yaşanan ekonomik krizin faturasını bile bölüştürürken iktidar ne yazık ki adaleti sağlayamamıştır. Geliri en az olan kesim “enflasyona ezdirmeyeceğiz” söylemine rağmen enflasyon canavarının insafına terk edilmiştir. TBMM’nin özel oturumla çalışmalarına başladığı gün bile emeklinin durumu ile ilgili sorulan sorulara ne yazık ki, “çözdük, çözeceğiz” mesajının yerine, “çalışıyoruz, bakıyoruz” sözleriyle sorunun etrafından dolanmaya devam ediliyor. Yaşanılan gelişmelerden anlıyoruz ki yine halk arasında çok kullanılan bir atasözü ile “dereye su gelene kadar kurbağanın gözü patlarmış” demekten başka bir şey gelmiyor insanın elinden. Ekonomistlerin tabiri ile enflasyon canavarının Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek’in sözleri ile 2024’ün ortalarında “belinin kırılacağını(!)” düşünecek olursak beklentiye bile girmenin bir mantığının olmadığını düşünüyorum. Emekliyi enflasyon canavarının üstüne bindirip belinin kırılmasını beklemek gerçek anlamda bir hayaldir. Zira emeklinin sıkleti enflasyonun belini kırmaya yetmez. Yani enflasyonun sebep olduğu tahribatı topyekun ve adaletli bir biçimde paylaştırmadıktan sonra ne yaparsanız yapın…
Enflasyonun sebebini aşırı tüketimde arayarak tüketimi kısmak için adımlar atılıyormuş. Biz zaten bunu biliyoruz, hissediyoruz… Emekli ve dar gelirlinin tek lüksü kahvaltısındaki zeytin, peynir ve ekmeği daha da küçülterek enflasyonu önlemek mümkün diye düşünülüyorsa yanlış yapılıyor demektir. Ekonomist değiliz, ancak küçük de olsa bir aklımız var. Üretimi arttırmadan, üretimin önündeki engelleri kaldırmadan ekonomideki engelleri ortadan kaldırmanın mümkün olmadığını dünya alem söylüyor. Peki, biz ne yapıyoruz? Üretimin önündeki engelleri daha da arttırarak, vergiyi tabandan alıp, nimeti var olana paylaştırarak toplumsal travmayı tetikliyoruz. Elbette iktidarın bunu yapmak konusunda haklı bir gerekçesi var. Daha dün kadar yakın zamanda yaşanan onca ekonomik soruna rağmen iktidar sandıkta güven tazeledi.
Bunda muhalefetin suçu yok mu? Hem de o kadar çok ki. Çok parçalı, güven vermekten uzak, toplumsal umudu hayal kırıklığına giden yolun kilometre taşlarına kurban ettiler. Kendi içlerinde bütünlük sağlamak yerine son ana kadar birbirlerini tartıştılar. Göstermelik birliktelik resimlerine rağmen birbirlerinin tabanlarına oynadılar. Seçmenin bu tabloyu fark etmeyeceğini sandılar. Yanıldılar. Gazcılar ve cazcıların yaygaralarına kulak verip, seçmeni ciddiye almadılar. Seçmenin gerçek sorunları yerine iktidarın seçim kampanyası üzerinden konuştular. Gerçek gündeme dair söyledikleri suni kayıkçı kavgalarının gölgesinde kaldı. Seçmen gördüğü tabloyu hiç inandırıcı ve orijinal bulmadı. Sonuçta kaybedilen seçimin faturasını da seçmene kesmeye kalkmalarını bilmem hatırlatmaya gerek var mı?