Bir bayramı daha geride bıraktık. Bir şeyi fark ettim ki herkes gelişmelere kendi penceresinden bakıyor. Herkes kendine, kişisel çıkarlarına ve yine kendi çevresine uygun davranıyor. Hele çıkarlarına zarar gelecek bir şey görürse de hemen pençelerini çıkarıyor. Yani bayram seyran anlayan da yok, dinleyen de yok. Trafikteki tartışmalar, kurban sırasındaki gerilimler, ziyaretlerdeki seçicilik ve ne yazık ki sistemin oluşturduğu aristokratik yapının gereği üstenci yaklaşımlar hepsini bu bayramda gördük.
Sahi bayramınız nasıl geçti? Ziyaretlerde bulundunuz mu, ya da ziyarete gittiniz mi? Eşinizi dostunuzu, sizi ziyarete gelen ya da sizin ziyarete gittiğiniz dostlarınızı mutlu ettiniz mi? Ben bu bayram insanları mutlu gördüm dersem yalan olur. İnsanlar gergin, patlamaya hazır bomba gibi… Ziyaretlerde, dost meclislerinde gördüğüm gerçek bu. Herkes bir şeyler anlatmak istiyor ama samimiyetle ifade etmeliyim ki yutkunuyorlar. Bu yutkunma, onların içlerindeki enerjinin yüksekliğini daha da arttırıyor. Alttan alta sizin söylediklerinize itirazlar yükseliyor, ya da birilerinin söylediği her şeyi insanlar onaylamıyor. Yani yapılan bayram ziyareti midir, yoksa sıradan bir buluşma mıdır belli değil. Bu bayram insanları konuşurken değil, tartışırken gördüm. En azından benim gözlemlerim böyle…
Sahi sizin bayramınız nasıl geçti? Kurban kesebildiniz mi, kurban da torunlara, ziyaretinize gelenlere harçlık verebildiniz mi? Aldığınız ikramiyeyi kırk parçaya bölmeyi nasıl başardınız? Kapınızı çalıp kurban eti getiren oldu mu?
Şaka bir tarafa bu bayram dar ve sabit gelirli kesimler için gerçekten çok zor geçti. İnsanlar kapılarda eş dost bekledi, torunlarını çocuklarını bekleyenlerin sayısı hiçte az değildi. Ancak bu bayram biraz daha buruktu. Bu bayramın ilk günü biraz Sakintepe, biraz Keskin tarafına gitmek kısmet oldu. Yine Karagözler, Mutalıp tarafından gelenlerimiz oldu. Trafik, telaş o kadar belirgindi ki. Bu arada özellikle Sakintepe taraflarındaki göçer tarım işçilerinin çadırları boşalmış insanlar şehre akmışlardı.
Kurban kesim alanlarının önündeki yoğunluğu görenler, “Maşallah ne kadar çok zenginimiz varmış?” demekten kendini alamaz. Bayramın birinci günü Sakintepe tarafından ziyarete giderken öğle vakti direksiyonu Sulukarağaç’a kırdım. Orada bekleyen insanların bir bölümü ile ayaküstü bayramlaşıp sohbet etme imkanı oldu. Bazılarının kurbanı taksitle aldığını, bazıları da kredi kartıyla kurban kestiğinden söz etti. Kurbanlık fiyatlarını sordum. Aldığım cevaplar da bir hayli ilginçti. Doğrusu insanlar fiyatlardan değil güçlerinin yetersizliğinden şikayet ettiler. Vatandaşlardan birisi; “Aslına bakacak olursanız kurban kesecek ne vaktimiz ne de naktimiz yok. Ancak ele günü karşı diye bir söz var. Çoluk çocuk evde mahzun olmasın. Konu komşuya karşı zayıf görünmeyelim diye mecburen buralardayız” deyince yüreğim burkuldu. Halbuki kurban paylaşmaktı, kurban dayanışmaydı. Ama etini alanların önemli bir bölümü olayı artık ete dönüştürmüştü. İşin üzücü tarafı bayramları bile ibadet ve güzellikler zamanı olmaktan çıkarmaya başlamışız.
Bu arada bir başka gerçekle yüzleştim. Bayramın ikinci günü Çiftelere yolumuz düştü. Kurban kesim alanında bir başka gerçekle yüzleştik. Bizim yaşımızın yettiği günlerden son yıllara kadar en önemli gerilim sebeplerinden birisi olan Kurban derisi konusunda da bir gariplikle karşılaştık. Kurban derisinin başında on yıllar boyu kavgalar olurdu. Bu defa kurban derilerinin yüzüne bakanın olmadığını öğrendim. Kurban kesim yeri sahibi dostumuz, “Biliyor musunuz Mehmet bey kurban derilerini verecek bir yer bulamıyoruz. Artık kimse kurban derisinin yüzüne bakmıyor” diye söyleyince. Sebebini sordum soruşturdum biraz. Sebep artık kurban derisi eskisi kadar revaçta değildi. Toplanan derinin ekonomik getirisinin eskisi kadar olmaması sebebiyle kimsenin bu işle uğraşmak istemediğini öğrendim. Ne garip değil mi? Deriler artık gömülüyordu. Çünkü toplama maliyeti derinin getirisinden daha yüksekti. Anlayacağınız değişiyoruz, dönüşüyoruz ama bir türlü gelişmiyoruz. Sonuç olarak bir zamanlar bizi uçuran deriler, şimdi kendileri yerden bile kalkamıyor…