Yeni yıl öncesi asgari ücretin belli olmasından hemen sonra marketler başta olmak üzere her yerdi zamlar başladı. Yani daha zamlı asgari ücret insanların eline geçmeden fiyatlar aldı başını gitti. Ardından 3 Ocak tarihinde yıllık enflasyon rakamları belli olunca emekliler için öngörülen maaş artışları da belli olduktan sonra zam furyası devam etti. Daha kimsenin eline zamlı maaş geçmeden insanların alım gücü düştükçe düştü. Vadeli maaş artışlarına peşin zamlarla karşılık verdi piyasa.

Şimdide Eskişehir’de önce ekmeğe ardından kuaför ücretlerine zam geldi. Ete, süte, peynire gelen zamları saymıyoruz bile.. 15-20 gün önce üç harfli marketlerde 74 TL’ye satılan çayın fiyatının 100 TL’yi geçtiğini de söylemeden geçmeyelim. Hele yeni yılla birlikte kira artışları konusunda bir başka noktada. Özellikle konut kiralarında yüzde 25’lik sınıra rağmen fiili uygulamanın bunun çok ötesinde olduğunu herkes biliyor. Akaryakıt ürünlerindeki fiyat artışlarını saymıyoruz bile.

Seçim öncesi baskılanan zamların seçimden sonra nerelere varacağını ben şahsen tahmin bile edemiyorum. Temennimiz odur ki bu zamların hızı artmasın vatandaşımızda mağdur olmasın. Ancak özellikle enerji maliyetlerinin tetikleyeceği piyasa şartlarının özellikle emekli, dar ve sabit gelirli kesimler ile asgari ücretli kesimi çok zor durumda bırakmasından endişe etmemek mümkün değil. Büyük marketleri çok fazla dikkate almasak da, özellikle küçük esnafın kendilerini korumak adına gardını almasını normal karşılayabiliriz. Çünkü sermayelerini korumak için onların başka çaresi yok. Büyük sermayeye gelince onların karlarından biraz fedakarlık etmelerini beklemek hem ekonomi yönetiminin, hem de vatandaşların hakkı olduğunu düşünüyorum.

Bu arada seçim sonrası emekliler başta olmak üzere, asgari ücretli ve sabit gelirli kesimleri gerçekten çok zor bir dönem bekliyor. Örneğin seçim öncesi elektrik ve doğalgaz fiyatlarında herhangi bir zam uygulaması yok, döviz kuru konusunda endişeler mevcut böyle olunca insan ister istemez ciddi endişe yaşıyor. Öyle hiçbir kesim için güllük gülistanlık bir tablo mevcut değil. Vatandaşın beklentisi deste deste para değil. Büyük rakamlar değil, onlar alım gücü yüksek bir gelire sahip olmak istiyorlar hepsi bu. Ancak görüyor ve anlıyoruz ki piyasalardaki fiyat artışlarının önüne geçmek öyle kolay bir şey değil. Ekonomide dinginlik sağlanmadan hiç artışı durdurmak mümkün değil. Ancak dinginliği sağlamanın yolu da emekli maaşlarını, asgari ücreti belirli bir rakamında tutmak da değil. Fedakârlığı bu ülkede yaşayan yüzde 80’in üzerine yıkıp gelir dağılımındaki büyük pastayı götüren yüzde 20’lik dilime dokunmazsanız bunun adı hiçbir zaman ”sosyal adalet” olmayacağı gibi sorunların çözümüne de katkı sağlamaz. Üretimi ve verimi arttırmak, istihdamı geliştirmekten başka çaremizin olmadığını görmeliyiz.

Özellikle geniş bakir alanları beton yığınlarına dönüştürmek yerine ekilebilir, üretime uygun alanlar haline dönüştürmeden, üretirken maliyetleri düşürmeden ekonomideki taşları yerine oturtmak mümkün olmaz. Görüldüğü kadarı ile ekonomimiz tam anlamıyla kısır bir döngünün içine girmiş adeta patinaj yapmaktadır, buradan çıkış için kesinlikle ek önlemlere ihtiyaç var. Bugün emekli, asgari ücretli ve dar gelirli için önlem alınırken piyasanın ateşini söndürecek başka önlemler devreye alınmalı. Yoksa her maaş artışı öncesi vatandaşın kaybı gerçekten çok daha fazla artıyor. Her geçen sadece fakirleşmiyoruz aynı zamanda yoksullaşıyoruz. Diyeceksiniz ki fakirlikle yoksulluk arasında ne fark var? Fakirlik varlık içinde yokluk yaşamak gelir adaletsizliği ile izah edilebilir. Ancak yoksulluk tükenmişlik, tüketilenin yerine yenisini koyamamaktır. Şimdi samimiyetle sorunların çözümü için tüm tarafların ortak paydada buluştuğu, külfetin geniş kesimlere yayıldığı bir düzenlemeye daha doğrusu reformlara ihtiyaç var.