Şunu çok iyi biliyorum ki bu yazı öyle çok okunacak bir yazı değil. Çünkü popülist bir yaklaşımla yazmıyorum. Ne yazık ki dedikodu yazıları daha çok ilgi ve alaka görür bu şehirde. Ancak yine de hatırlatma yapmak ihtiyacı duyuyorum. Geliyor gelmekte olan… Herkes uyarıyor, herkes bağırıyor ama kimse elini kıpırdatmıyor. Neden mi bahsediyorum? Deprem gerçeğinden… 17 Ağustos 1999 depreminin üzerinden 24 yıl geçti. Daha dün gibi… Büyük acıyı hiç unutmuyorum… Eskişehir’de Tarhan Apartmanı’ndan çıkarılan 33 cansız bedenin her birinin ayrı bir hikayesi olduğunu biliyorum. Hele daha dün 6 Şubat tarihinde yaşadığımız Kahramanmaraş merkezli depremlerde resmi verilere göre 53 bin canımızı kaybetmenin acısı, yürek sızısı nasıl geçer bilmem. Tamı tamına 11 kenti can evinden vuran, tüm Türkiye’yi yasa boğan, dünyayı harekete geçiren depremin insanlık tarihindeki kara sayfası yüz yıllar boyu hatırlanacak…
Yaşadığımız her felaketten sonra “Deprem öldürmez, bina öldürür” sözünü tekrarlasak da gerekli dersleri çıkarıp harekete geçtiğimiz söylenemez. Herkes ricacı olmuş, icracı olan yok… Merkezi hükümet, yerel yönetimler meslek örgütleri hemen herkes “yapılmalı, yapılacak, çözülecek edilecek” diye başlıyor, sonrası yok.. Herkes “ben uyarmıştım, ben söylemiştim” diye başlıyor gerisi yok..
Yahu 17 Ağustos’tan sonra bilim insanları dediler ki “Büyük İstanbul depremi 30 yıl içinde olacak!” Bu uyarıya rağmen 6 Şubat depremleri sonrası bir panik havasıyla bir şeyler yapılıyormuş gibi ortalık toz duman oldu, sonrasında herkes “oyun havasından seçim havasına” geçiverdi. Bugün iktidar makamında olanlar olası bir depremi değil, seçimde kimin belediye başkanı olacağını, hangi partinin seçimleri önde tamamlayacağını tartışıyorlar. Bir ülkede mevki ve makamlar insanların canlarından daha değerli hale geldiyse vah ki ne vah!
Sahi 17 Ağustos 1999 depreminin üzerinden 24 yıl geçmiş. Eskişehir’de birkaç küçük makyajın dışında değişen ne var? 24 yıl boyunca depreme hazırlık anlamında kentin nesini değiştirdik. Bu konuda sorumluluk alması gereken belediyeler ne yaptı? Gözle görülür elle tutulur somut hiçbir şey yapıldığını ben göremiyorum… İnşaat mühendisleri, jeoloji mühendisleri ve uzmanlar, sahadaki aklı başında uygulayıcı olarak bulunan müteahhitler yıllarca uyardı. Sonuç olarak; ne merkezi yönetimden, ne de yerel yönetimlerden somut bir adım gelmedi. Kentsel dönüşüm uygulaması yapılan yerlerde sokak genişlikleri, bitişik nizam yapılaşma anlayışından hiç vazgeçilmedi. Kentin merkezindeki çöküntü alanları ile ilgili siyasi çekişmeler yüzünden hiç şey yapılamadı, yapılmadı. Belediyeler de, merkezi yönetimin temsilcileri de inatlaşmayı seçti. Her iki taraf da “dediğim dedik çaldığım düdük” hesabı sadece konuştu. Sonuçta Eskişehir zaman kaybetti. Kim kaybettirdi? Hem iktidar hem de yerel yöneticiler kaybettirdi. Şimdi seçim yaklaşınca birileri “mış” gibi yapmak için “gaza bastı!”
Bugüne kadar meslek örgütleri veya üniversitelerin ilgili bölümleri ile işbirliği yapılarak şehrin bina profilinin bir röntgeni çekilemez miydi? 24 yıl sonra İnşaat Mühendisleri Odasıyla yapılan bir protokol çerçevesinde riskli alanlardaki yapı stoklarının bir haritası çıkarılmaya çalışılıyor. Sonucu hep birlikte göreceğiz. Sadece yapı stokunun röntgenini çekerek bir şey yapılmış olmuyor.
Öte yandan merkezi iktidar da çöküntü alanlarının dönüştürülmesi için örneğin Huzur, Erenköy, Karapınar, Küçük Sanayi, Gündoğdu, Baksan, Deliklitaş ve diğer mahallelerdeki yapılacak çalışmaların önünü açmak gibi bir gayretin içinde olmadı. İktidarın yerel temsilcileri de eleştiri yapmanın ötesinde hiçbir somut adım atmadılar. Özetle “Oyun havası bitti” artık işler, “seçim havasına” dönünce herkes bir şeyleri hatırladı… Buna ancak “günaydınnnnn!” denir.