Tarihi seçime sayılı günler kaldı. Sadece önümüzde bir haftalık bir süreç var. Bu süreçte siyaseten hata yapan kaybeder. Bu sebeple siyasi partiler, liderleri ve adaylar tüm silahlarını sahaya sürmeye devam ediyorlar. Bu arada silahı tutukluk yapan teknik hata yapan kaybeder.

Artık anket yayınlamakta yasak, algı yönetimi yapmak da… Bu saatten sonra fiziki güçle atılacak adımlar, daha fazla görünürlük sağlayan avantaj elde eder. Kim ne derse desin toplumu iki ayrı kesime iten seçim atmosferinden kimin karlı çıkacağını hep birlikte göreceğiz.

Yerel anlamdaki gelişmelere ışık tutması bakımından dün yazdığım, “Köprüyü geçene kadar eyvallah!” yazısına çok sayıda olumlu ve olumsuz tepkiler aldım. Burada yaptığım , “Alemin velisinden Eskişehir’in delisi iyidir” yaklaşımına alkış tutanlar da oldu, “Bazen de öyle birileri seçilir ki; Eskişehirliden daha Eskişehirli de olabilir” sözlerine destek verenlerde…

Beni bilen bilir… Öyle kimseye yaslanmam, goy goyculuktan hoşlanmam. Benim yapmaya çalıştığım şey sadece “durum tespit”inden ibarettir. Zaten işimizde bu değil mi? Bizim işimiz yönlendirmek değil, bizim işimiz resimde olanı yorumlayıp yol gösterici olmak… Herkesin elbette bir siyasi görüşü vardır, benim de bir siyasi görüşüm var. Ancak gazetecinin görevi kendi siyasi görüşüne göre yorum yapmak değildir. Bana yakın olan, ya da benden farklı düşünenlerin görüşlerine saygı duyarak mesleğimizin gerektirdiği açık şeffaf değerlendirmeyi görev bilirim…

Biz Yunus’un topraklarında yaşayan onun fikirlerinden esinlenen insanların, “kırıp, döken” bir anlayış yerine kucaklayan, barıştıran bir misyonumuz olduğu gerçeğini aklımızdan çıkarmayız.

Daha açık ifadeyle ekmeğini yediğimiz, suyunu içtiğimiz, havasını soluduğumuz şehrin çıkarları birilerinin sahip olduğu veya olacağı imkanlardan daha önceliklidir. Bu sebeple yaptığımız yorumların doğru anlaşılmasını temenni ediyorum.

Bizim hem Eskişehir’de hem de ülke genelinde daha çok birlik ve beraberliğe ihtiyacımız olduğu açık. Birkaç koltuk, birkaç sandalye için değişilemeyecek değerlerimizin olduğunu unutmamak gerekir. Bu ülke bizim başka bir ülkemizde yok. O halde konuşup anlaşabilmeli, kucaklaşabilmeli hem bugünümüz için hem de geleceğimiz için ortak paydalarımızın, değerlerimizin kıymetini bilmeliyiz.. Öyle kırmızı çizgilerimiz falan filan, patates, soğan tartışma konusu bile yapılamaz. Kimse kendini, “bulunmaz Bursa kumaşı” sanmasın, ya da “mezarlıklar kendini vazgeçilmez sananlar ile dolu” unutmasın…

Sorunlarımızı ortak akılla, ehliyet ve liyakatle ve özelliklede adaletle aşabiliriz. Sadece kendimize değil, herkese adil olmalıyız. Eğer adalet direği yıkılırsa her şeyimizi kaybederiz. Arka kapı diplomasisi, yabancı aklı gibi tartışmalar bir yana Türk Milleti’nin olmazsa olmazı “düşmanına bile adil” olduğu gerçeğinden hareketle ayakta kalmasının güçlenerek yoluna devam etmesinin temel şartıdır.

Hedef daha çok demokrasi, daha hesap verilebilir bir yönetim anlayışı, daha çok adalet ve şeffaflık olmalıdır. Geçmişte yapılmadı, yapılamadı diye bugün ve yarın da yapılamayacak anlamına gelmez. Adalet hissedildiği andan itibaren biliniz ki toparlanma süreci çok daha kısa sürede hayata geçecek, toplumsal dinamikler kendi kendini onarmaya başlayacaktır. İşte bu sebeple siyasilere son düzlükte daha itidalli, daha şefkatli, toplumsal yarılmayı azaltacak bir dil kullanmalarını tavsiye ediyorum. Bu konuda atılacak agresif adımlar tamiri güç yaralar açabilir. Bu konuda hata yapan kaybeder benden söylemesi.