Ülkemizde geçtiğimiz günlerde geleneksel engelliler haftasını kutladık. Engelliler haftası denildiğinde benim şahsen bir yüreğim burkulsa da “engellilik hayatın gerçeği!” kimse engelli doğmakta istemez, engelli olmak da istemez. Ancak bazen doğuştan, bazen de yaşanabilecek hastalık veya kazalar sebebiyle insanlarımızın engelli olabileceğini biliyoruz. Bu kadar yalın bir gerçekle yüzleşmek yerine engelliliğin sanki biraz da talep (!) edilen bir şey gibi algılanması gerçek hayatın olağan akışı içerisinde doğallaştırılmış bir gerçeklik olduğu beynimizin bir tarafında hep yer eder…

Sağlıklı insanların engellileri anlayabilmeleri için gerçekten sağlıklı bir empati yapmalarına ihtiyaç var. Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada dolaşan bir video dikkatimi çekti. Doğuştan iki kolu da olmayan genç bir anne, ayakları ile minik kızına öyle şeyler yapıyor ki şaşırdım. Onun bir talebini yerine getirmek için kredi kartını da, ödemesini de ayaklarını kullanarak yapıyor. Kızına bir yudum su verebilmek için bir bank buluyor. Önce ayaklarını dezenfekte ediyor sonra su şişesinin kapağını yine ayakları ile açıp kızına su içiriyor. Öylesine duygulandım ki… Kendi kendime, “İnsanoğlu nelere alışıyor, hangi yeteneklerini  zorlu koşullarda geliştiriyor” deyip iç geçirdim, gözlerim doldu yüreğim burkuldu..

Bu kadar değil elbette. Mesleğe başladığım yıllarda engelliler derneği başkanlarından birisi ile söyleşi yapmak, onları dinlemek için dernek binasına gitmiştim. Ne için gittiğimiz bilerek gittiğim halde o zamanki dernek başkanı ile sıradan bir haber yapmaya hazırlanırken o değerli başkanın söyledikleri karşısında adeta irkildim. O gün o değerli başkan bana şöyle demişti; “Engellilerde insan. Engelliler kendilerine acınmasını değil, hayatın içinde kendilerine alan açılmasını istiyor. Örneğin engellilerde bir işte kendilerini geliştirebilirler. Onlar da ekonomik olarak kendi ayaklarının üzerinde durmayı çok istiyorlar. Onlarda çarşıda pazarda gezebilmeyi, dolaşmayı istiyorlar ama şehirlerin fiziki şartları buna müsaade etmiyor. Keşke birileri bize acımak yerine bizi anlamak için biraz çaba sarf etse!”

Bu sözler karşısında o zaman beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Hiçbir engelli bir evin dört duvarı arasına hapsedilmekten hoşlanmıyor.

Yine yıllar önce bir okulda Okul Aile Birliği Başkanlığı yaparken engelli bir öğrencimizin okul şartlarında üst katlara çıkamadığından şikayet ettiği günlerde eski milli eğitim müdürlerinden birisine okula bir asansör yapılmasını talep etmiştim. O tarihte Milli Eğitim Müdürü olan arkadaşın verdiği ödenek cevabı ile çok ama çok şaşırmıştım..

Şimdi görüyorum ki yeni okullarımızda asansörler yapılıyor, engelli rampaları, caddelerimizde görme engelli vatandaşların gezinti yapabilecekleri yürüyüş güzergahları, otobüslerimizde, tramvaylarımızda engelli alanları, yaya kaldırımlarındaki engelli rampaları hepsi engelli vatandaşlarımızın hayatını kolaylaştırmak adına yapılmış güzel işler. Ancak bütün bunlar yeter mi? Yetmez…

Birazda bizim engellilerimizi anlayama çalışmamız onların güzergahlarını kapatmamamız, onlara her türlü sevgi ve ilgiyi göstermenin yanında onların hayatlarını kolaylaştıracak adımların atılması için engellilerin taleplerini de gerek yerel yönetimler, gerekse merkezi hükümetin yetkililerinin dikkate almasında yarar var. Biz kendi elerimizle engel oluşturmak yerine onlar adına empati yaparak onların hayatlarını kolaylaştırmanın yollarını bulmalıyız. Artık kendi ellerimizle oluşturduğumuz engellerden kurtulmanın tam vaktidir.