Türkiye’de siyasetin gündemi ile vatandaşın gündemi örtüşmezken birde üstüne üstlük Amerikan seçimleri de gündemin başköşesine oturuverdi. Ne yani ben , “Bana ne Amerikan seçimlerinden?” hakkına sahip değil miyim?

Hele “kayyum”, “terörist başı mecliste konuşsun” tartışmalarının gölgesindeki ülkenin temel sorunlarının bile üstüne, “allı-pullu bir şal” örtülürken “Bana ne Amerikan seçimlerinden?” diyebilir miyim acaba? Derim canım, niye diyemeyeyim ki? Peki, seçim toto oynasak, “Trump mı, Harris mi?” hani derler ya, “kırk katır mı, kırk satır mı?” tam da böyle bir şey. Halbuki yerli millilik yarışında ilk sırayı kimselere kaptırmayanlar, gerçek anlamda köklü, yerli milli dış politikanın temel umdesi olan “Yurtta barış, Dünyada barış” çerçevesinde hareket etseler bugün “Trump mı, Harris mi?” sorusunu sorar mıydık? Doğrudur ülkemizin etrafı tam anlamıyla ateş çemberi. Sınırlarımızın ötesi bir yandan yangın yeri, diğer yandan patlamaya hazır bir bomba gibi. Mutlak surette yerli ve milli iç ve dış politika izlendiğinde bu sorunların üstesinden gelebiliriz. Sonrasında da “Trump mı, Harris mi?” diye sormayız. Ama bugünkü şartlarda o hazin soruyu sormak durumunda kalıyoruz. Peki neden?

Bu arada Türk Siyaseti’nin önemli bir tartışma konusu daha var? Neresinden tutsanız elinizde kalacak, hatta elinize bir şey bulaşacak zehirli bir dil kullanılıyor. Bu zehirli dili kim kullanıyor dersiniz? Akıl oyunlarıyla siyaseti aynı zemine oturttuğunuzda altınızdan bir şeyler kayıp giderde farkına bile varmazsınız.

Bir taraftan “iç cepheyi sağlamlaştırmak” hikayeleri anlatılırken, diğer taraftan gündemi bambaşka yerlere taşıyarak “cambaza bak” taktiği vatandaşın gözünden kaçmıyor. Vatandaş her şeyin farkında. Bir önceki yazımda ifade ettim; “Vatandaş bu kışı geçirir geçirmesine de yediği ayazı asla unutmaz!” Şu kadar söyleyeyim, son dönemde birkaç kez Eskişehir otogarına gitmek zorunda kaldım. Otogar’da gördüğüm manzara gerçekten çok can sıkıcı. Pek çok otobüs eski tabirle yazıhanesi kapanmış, eski otogardaki hareketlilikten eser kalmamış. Oradaki büfeler, hediyelik eşya satan işyeri sahipleri ile ayaküstü sohbet ediyorum, “Nerede o eski günler?” diyorlar.. Hani meşhur filmdeki gibi, “Aksray, aksray…!” diye bağıranlardan eser yok. Çarşıyı dolaşıyorum herkes dert küpü. Daha birkaç ay öncesi, “buna da şükür” diyen küçük esnaf, küçük işyeri sahiplerinin yüzünden düşen bin parça. Şöyle sorabiliriz; “Herkes mi mutsuz?” Elbette değil. Bir mutlu azınlık, “tuzu kurular takımı” var elbette. Hatta takım tutar gibi siyasi parti tuttuğu her halinden belli bazıları diyorlar ki; “Madem memleket bu kadar kötü, lüks kafeler, mekanlar , AVM’ler niye ağzına kadar dolu?” Gülüp geçiyorum. Hani “tuzu kurular takımı” üzerinden örnek verenlere ne desen kar etmez.. Gerçekte ise emekli perişan, asgari ücretli geçim savaşında, dar gelirli zaten bitik, kamu çalışanları isyanlarda… Bu şartlarda ülkenin en önemli sorunu ekonomi olması gerekirken ne yazık ki bugün içinde bulunduğumuz şartlarda gündemi bir takım manipüle edilmiş konular ile başka yerlere taşıyanlar büyük bir vebal altındadır. Amerikan seçimleri ne. “Trump mı, Harris mi?” den bizi bu kadar ilgilendiriyor? Hangisi seçilirse seçilsin bizim için değişen bir şey olmayacak sorularını soranlar bu ülkenin geleceğini Amerikan seçimlerinden çıkacak sonuçla mı şekillendirecekler? 5 bin yıllık devlet geleneğinin birikimi ile kalıcı, istikrarlı ve istikameti belli bir politikanın izlenmesi gerekirken rüzgarın ne yönden estiğini merak etmeye gerek var mı?

Rüzgara göre yelken açanların merak ettikleri ne biliyor musunuz? “Dolar ne olur, rotasını kaybetmiş ekonomide neye yatırım yapalım?” sorusunun cevabından başka bir şey değil. Bizim öyle bir potansiyelimiz olmayınca ben de diyorum ki; “Bana ne Amerikan seçimlerinden?”